İşsizlik Türkiye’nin en büyük sorunu. Yeni değil, her zaman öyle oldu.
Türkiye’de işsizlik oranı kabaca %10’dur. 2005’ten bu yana ortalama işsizlik oranı %10.1.
Türkiye’de kural hemen hemen hiç değişmez. İşler iyi gittiğinde Türkiye’de 5 gençten biri işsizdir örneğin. İşler kötü gittiğinde ise 4 gençten biri işsizdir.
2008 başından bugüne kadar geçen 11 yıllık süreçte Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızı %5 oldu. Bu, kabaca cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiğimiz büyüme oranı ile aynı.
Aynı yıllar arasında yıllık ortalama yarattığımız istihdam 790 bin kişi olmuş.
Bu hiç fena bir istihdam değil. Nüfusa oranla baktığımızda, son 5 yıl içine yaşadıklarımıza baktığımızda, bu istihdamı yaratabilmiş olmak başarıdır.
En fazla istihdamı, %7’nin üzerinde büyüdüğümüz 2017 yılında yakalamışız (1.6 milyon kişiye iş yaratmışız.) 2018 yılı ise bu serinin en zayıf yılı olmuş ve sadece 26 bin kişilik istihdam üretebilmişiz.
Ancak Türkiye gibi yaş ortalaması 30 olan bir memlekette bu istihdam rakamı yeterli olamıyor.
Zira, 2008 sonundan bakarsak, geçen 10 yılda ortalama her yıl işgücüne 956 bin kişi katılmış.
Yarattığımız istihdam işgücüne katılımın altında
Son 5 yıla bakarsak, işgücüne katılanların ortalaması 1.1 milyon kişiye yükselmiş, ürettiğimiz istihdam ortalaması 800 bin olmuş. Dolayısıyla her yıl ortalama 300 bin kişiyi işsiz hanesine yazmak zorunda kalmışız.
Yarattığımız istihdam, işgücüne katılımın altında kaldığı için işsizlik en büyük sorunumuz.
Basit bir korelasyon matrisi yazarak, Türkiye’nin byüüme rakamı, hizmet sektörü büyümesi, Türkiye’de yaratılan istihdam ve işsizlik oranı arasındaki ilişkiyi görmeye çalışalım.
Maksat bilimsel bir makale değil, o yüzden detayına inmeden anlatmayı deneyelim.
Çıkan ilişki, aslında Türkiye’de emek piyasasının üretim değil, bir hizmet piyasası olduğunu net şekilde ortaya koyuyor. Yıllık olarak Türkiye’de hizmetler sektörü büyümesiyle üretilen istihdam sayısı arasındaki korelasyon 0.73. (Bu rakam 1 seviyesine ne kadar yaklaşırsa, ilişkinin o kadar kuvvetli olduğunu anlıyoruz.) Teyidini ise hizmet sektörü büyümesiyle işsizlik oranı arasındaki tersine ilişkiden alabiliyoruz (-0.69).
Gelelim son verilere…
Türkiye’de son işsizlik rakamlarına baktığımızda manşet rakam %12.3’e, tarım dışı işsizlik ise %14.3’e kadar çıktı. İşsizlik analiz ederken bakmamız gereken asıl yer olan mevsimsellikten arındırılmış tarım dışı işsizlik oranı ise %14.1’e yükseldi. İster manşet, ister arındırılmış rakama bakalım; bu bize diyor ki “2018 Kasım itibarıyla Türkiye’de çalışan insan sayısı 2017 Kasım’da çalışan sayısından daha az.”
Manşet rakamda genç işsizliği %24.3’e kadar çıktı.
Üstelik tüm bunlar 20’ye yakın istihdam teşviki verilmesine rağmen, kamu istihdamında yaşanan %20.8’lik artışa rağmen oluyor. Yani, insanların işleri iyi gitmediğinde siz ne kadar istihdam için teşvik sağlarsanız sağlayın, yeni istihdam üretmek için yeterli olmuyor. Bu teşvikler ile hedeflenebilecek olan şey, ancak yeni işsiz yaratmamak adına iş kayıplarının bir bölümünün önüne geçebilmek oluyor.
Sebeplerle değil, sonuçlarla mücadele eder hale gelmeyelim
Şimdi gelelim hedeflere…
Dünyanın her yerinde, ekonomik sorunlar başgösterdiğinde devlet elini işin içine sokar. Elindeki imkanları vatandaşlarının sorunlarını çözmek, refahını artırmak için kullanır. 2008 krizinde ABD’de devlet insanların posta kutularına çekler bırakarak ekonomiyi canlandırmaya çalıştı.
Avrupa’da Merkez Bankası kredi verebilsinler diye bankalara olmayacak likidite destekleri verdi. Dolayısıyla bizim de devlet olarak koşullar kötüleştiğinde elimizdeki imkanları devreye sokmamız çok doğrudur, yerindedir.
İnsanların işlerini kaybettikleri yerde, devletin İşsizlik Sigortası Fonu’nu kullanarak bir yandan işsizlere ödeme yaparken, diğer tarafta yeni işsizlerin oluşmasını engelleme çabası, primlerin ertelenmesi olağandır. Enflasyonu çok yükselmişken asgari ücret buna göre ayarlanıyorsa, işverene binen yükün bir bölümünün devletçe paylaşılması da öyledir. Bunca genci olan memlekette genç istihdamını teşvik için alınan önlemler kıymetlidir. Tüm bunların ideolojilerden bağımsız olarak desteklenmesi gerekir. Elbette yakın zamanda seçim olması, bu teşviklerin siyasi malzeme olarak değerlendirilmesini de beraberinde getiriyor.
Ancak son dönemde birden fazla örnekte gördüğümüz gibi sorunlara neden olan sebeplerle değil, sonuçlarla mücadele eder hale gelmeyelim.
Tüm araştırmalar gösteriyor ki, istihdamı artıran teşvikler değil, sürdürülebilir ekonomik büyümedir.
İstihdam artışını, işsizlikle mücadeleyi elbette hedefleyelim. Ama hedefi siyaseten “2.5 milyon istihdam” olarak koyduğumuzda, bu kadar ciddi bir meselede inandırıcılığı yitirme riskimiz var.
Yüzde 7.3 büyüyen bir ekonomide 1.6 milyon istihdam yaratabildik biz. Kaldı ki, ekonomiyi o kadar ısıttığımız için bir sonraki sene bu rakam 28 bine düştü. İki yılın ortalamasına bakın; yine aynı rakama gelmişiz.
28 milyon çalışanın olduğu memlekette bu rakamın %10’u kadar insana bir yılda iş yaratacağını söylemek, hedeflerin tutarlılığını sorgulatıyor.
Daha makul hedefler koyup, onları tutturarak kredibilite edinmek tutması mümkün olmayan hedefler koyup onları tutturamamaktan daha iyi değil mi?
Hedefi koymak iyidir, ama ulaşılabilir hedefi koymak, bence bugünün işgücü piyasası için çok daha kıymetlidir.