Kooperatiflerde Nisbi ve Mutlak eşitlik nedir ?

1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 23. maddesi uyarınca, kooperatif ortakları, bu yasanın kabul ettiği ilkeler ışığında hak ve yükümlülüklerde eşittirler. Bu maddeye göre, ortaklar yönünden hak ve yükümlülüklerde eşitlik ilkesi, Türk Hukuk sisteminde buyurucu (emredici) bir yasa hükmü olarak öngörülmüştür.

Kişi ortaklıklarında ve bunun bir nevi olan kooperatif ortaklıklarında eşitlik ilkesi, mutlak ve nisbi olmak üzere ikiye ayrılır. Mutlak eşitlik, ortaklar arasındaki farklılıkları göz önüne almadan ve değerlendirmeden tanınan eşitliktir. Ortakların kooperatife katkıları ne olursa olsun, her ortağa genel kurulda bir oy vermek veya genel kurul kararlarının iptalini istemek hakkı gibi (Koop. K. m. 48, 53). Nisbi eşitlik ise; ortakların Çeşitli nedenlerden doğan farklı durumlarını göz önüne alarak değerlendirmek ve sonuçta eşit olacak biçimde de bir ölçü uygulanmaktadır. Gelir-gider farkının (risturn) bölüşülmesi, ortakların işlemleri oranında yapılması gibi (Koop. K. m. 38).

1163 sayılı Kooperatifler Kanununun mutlak eşitliği öngördüğü hükümlerde, istisnasız buyurucu nitelik bulunduğu halde, nisbi eşitlikte buyurucu veya yorumlayıcı hükümler düzenlenmiştir. Fakat söz konusu yasanın, sadece eşitlik ilkesinden söz ettiği mutlak veya nisbi eşitlik ayrımı yapmadığı, dolayısıyla mutlak eşitliği öngördüğü ileri sürülebilirse de, asıl amacı kooperatiflerde hiçbir şekil ve ölçüde keyfi harekete yer vermemektedir. Mutlak eşitliğin veya nisbi eşitliğin yasa tarafından buyurucu hüküm olarak öngördüğü hallerde bu hususun aksi ana sözleşme ile düzenlenemez. Bunun dışında eşitlik ilkesine uygun biçimde, eşitsizlik de yaratmamak kaydı ile ana sözleşme ile istenilen hususlara da yer verilebilir özellikle, nisbi eşitliği sağlayan ölçü, kooperatif amacının elde edilmesine yardım ediyorsa, gerek ana sözleşme ve gerekse ana sözleşme de düzenlenmemiş olsa bile, usulüne uygun olarak alınan genel kurul kararları ile de kabul edilebilir.

Kanun No : 1163 KOOPERATİFLER KANUNU (*)(**) 24 Nisan 1969 Resmi Gazete ile Neşir ve İlânı : 10 Mayıs 1969 – Sayı : 13195 5.t. Düstur, c.8 – s.1955

Kanun No : 1163
KOOPERATİFLER KANUNU (*)(**)
24 Nisan 1969
Resmi Gazete ile Neşir ve İlânı : 10 Mayıs 1969 – Sayı : 13195
5.t. Düstur, c.8 – s.1955

(*) Bu Kanun kapsamına giren Köy Kalkınma Kooperatifleri, Orman Köyleri Kalkınma Kooperatifleri, Çay İstihsal ve Satış Kooperatifleri, Pancar İstihsal ve Satış Kooperatifleri, Hayvan Üreticileri Tedarik ve Pazarlama Kooperatifleri Elektrik Üretim Kooperatifleri ve üst kuruluşlarının kuruluş ve denetimleri ile ilgili olarak, bu Kanunda Ticaret Bakanına ve Bakanlığına verilmiş olan görev ve yetkiler, 6.3.1985 tarih ve 3161 sayılı Kanunun 35/b maddesi ile Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığına devrolunmuştur.

(**) 11Mart 2010 tarih ve  5957 sa.ka.18/2 maddesi gereğince bu Kanun`un 5967 sayılı kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz

MADDE 1(Değişik: 5146 Sa.Ka.1 – 21.4.2004 ) Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir.

KOOPERATİF ORTAKLIĞINDAN İSTİFA NOTER İLE Mİ GÖNDERİLMELİ-NE ZAMAN KESİNLEŞİR ?-EVREN ÖZMEN MALİ MÜŞAVİR

Dava, davacı kooperatif genel kurulunca karar altına alınan katkı payının tahsili amacıyla başlatılan icra takibine itirazın iptali isteğine ilişkindir.

Davalı vekili müvekkilinin davacı kooperatiften, anılan katkı payının karara bağlandığı 17.07.1999 tarihli genel kuruldan önce gönderdiği 04.06.1999 tarihli noter ihbarnamesi ile istifa ettiğini, dolayısıyla katkı payından dolayı müvekkilinin bir sorumluluğu bulunmadığını savunmuştur.

1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu`nun 13 ncü maddesinde ortağın ana sözleşmeye uygun olarak yapacağı isteğe rağmen kooperatifin istifayı kabulden kaçınması halinde ortağın çıkma dileğini noter aracılığı ile kooperatife bildirmesi halinde çıkmanın gerçekleşeceği düzenlenmiş olup, davalı kooperatif ana sözleşmesinin 13 ncü maddesinde de bu hükme paralel bir düzenleme yer almıştır.

Ortağın istifa bildirimi, yenilik doğurucu nitelikte olup, kooperatife ulaştığı anda sonuç doğurur. Yukarıda anılan 13 ncü maddenin yazılış biçimi ortağın istifasının kooperatifçe kabulünü gerekli kıldığı izlenimi yaratmakla beraber noter aracılığı ile yapılan bildirime özel önem verilmek suretiyle, noter aracılığı ile yapılan bildirimin kabulünün gerekli bulunmadığı vurgulanmıştır. Bu durumda ortağın yenilik doğurucu nitelikteki istifa iradesini ilk olarak noter vasıtasıyla kooperatife duyurması ortaklıktan çıkmanın gerçekleşmesi için yeterlidir.

kooperatif hisse devri sözleşmesi yapıldığı tarih itibariyle sözleşmenin yanlan arasında geçerli olsa dahi kooperatife karşı ancak yönetim kurulu kararıyla hüküm ifade eder. Açık kapı ilkesinin burada uygulanması mümkün değildir.

YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ KARARI:Davacı vekili, müvekkili kooperatif ortağı olan davalının toplam ( 6.871.500.000 ).-TL tutarındaki aidat ve faiz borçlarını ödemediğini, bu hususta girişilen İcra takibinin, davalının haksız itirazı sonucu durduğunu ileri sürerek, davalının itirazının iptalini ve % 40 icra inkar tazminatının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin davacı kooperatif hissesini devrederek ortaklıktan ayrıldığını, borcu bulunmadığını, temerrüde düşürülmediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, dava konusu icra takip tarihinin 26.11.2001, hisse devir sözleşmesi tarihinin 29.11.2001 olduğu, davanın ise 20.02.2002 tarihinde açıldığı, dava dışı devralan A`nın 10.12.2001 tarihinde ( 50.000.000 ).-TL aidat yatırdığı ve bunun aynı tarih itibariyle yevmiye defterine işlendiği, bu durum da davacı kooperatifin dava tarihinden önce devri öğrendiği, kooperatif ana sözleşmesinin 17. maddesi uyarınca devir halinde tüm hak ve borçların yeni ortağa geçeceği ve kooperatifin devri kabulden kaçınmasının mümkün olmadığı, bu durumda davacı kooperatif eski ortağı olan davalıdan herhangi bir talepte bulunulamayacağı gerekçesiyle, davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Ancak, kooperatif hisse devri sözleşmesi yapıldığı tarih itibariyle sözleşmenin yanlan arasında geçerli olsa dahi kooperatife karşı ancak yönetim kurulu kararıyla hüküm ifade eder. Açık kapı ilkesinin burada uygulanması mümkün değildir. Nitekim dairemizin emsal uygulamaları da bu yöndedir ( Bkz. G. Eriş, Uygulamalı Kooperatifler Hukuku, 3`üncü Baskı, S. 317, Y. 11. H.D. 18.06.1984, E. 3487 IK. 3538 ). Bu itibarla, mahkemece ortada yönetim kurulunun bu hususta alınmış açık bir kabul kararı bulunmadığı, üstelik davaya konu olan takipte yazılı borç ödenmeden gerekli işlemleri yapmayacağını bildirdiği, hisseyi devralan davalının oğlunun banka kanalıyla yatırdığı ( 50.000 ).- TL`yi deftere işlemesinin tek başına devrin kabul edildiği anlamına gelmeyeceği nazara alınarak, davalının oğlunun üyeliğin kabulü hususunda açtığı mahkemenin 2003/371 E. sayılı dava neticesi beklendikten sonra neticesine göre bir karar vermek gerekirken, anılan husus gözden kaçırılarak yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.

Kooperatif ortaklık giriş sırası

ahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davalı kooperatifin ana sözleşmesinin 17. maddesinde, ortağın yazılı olarak yönetim kuruluna bildirmek suretiyle 10. maddedeki ortaklık şartlarını taşıyan kişilere ortaklığını devredebileceği, ortaklığın devri halinde eski ortağın kooperatife karşı tüm hak ve yükümlülükleri yeni ortağa geçeceği düzenlenmiş olup, bu madde doğrultusunda listenin hazırlanması durumunda, 140 kişilik çalışma listesinde, davacılar E. Ö.`ün 127. sırada, S. E.`ın 34. sırada, S. A.`ın 98. sırada, G. E.`ın 71. sırada, M. A.`ın 36. sırada, B. D.`in 79. sırada, M. D.`in 78. sırada, R. B.`nin 23. sırada, C. Ç.`ın 94. sırada olması gerekirken daha aşağı sıralara yazılarak çalışma listesine alınmadıkları, buna göre, hazırlanan listenin anasözleşmenin 17. maddesi ile kooperatiflermevzuatına uygun olmadığı gerekçesiyle, davalı kooperatifin yönetim kurulunun 13.05.2011 tarih ve 464 sayılı kararının iptali ile davacıların 140 kişilik çalışma listesine dahil edilmesine karar verilmiştir.

Kararı, davalı kooperatif vekili temyiz etmiştir.

1) Dava, yönetim kurulu kararının iptali istemine ilişkindir.

İptali istenen yönetim kurulu kararında taşıma yapılacak üyelerle ilgili hazırlanan liste, aktif üyelerin bizzat kendilerinin üyeliğe girdiği tarih esas alınmak suretiyle düzenlenmiştir. Kooperatif anasözleşmesinin 17. maddesinde, üyeliğin devrinde önceki üyenin bütün hak ve borçlarının yeni üyeye intikal edeceği belirtilmiş ise de, bu hüküm parasal hak ve yükümlülüklerle ilgili olup, mahkemece bu hükme dayalı olarak listenin hazırlanmadığı gerekçesiyle davanın kabulü isabetli olmamıştır. Bu şekilde bir uygulama, ilk üyenin üyeliğini devralmış kişinin her zaman için aktif üye listesinde ilk sırada yer alması ve ilk üyelikleri devralan kişiler yönünden haksız uygulamalara ve eşitsizliklere sebebiyet verir. Bu itibarla üyelerin üyelikleri devraldıkları kişilerin değil de, bizzat kendilerinin üyeliğe girdikleri tarih esas alınarak hazırlanan liste ve bu doğrultuda alınan yönetim kurulu kararının yasa ve anasözleşmeye uygun olduğu, iptalini gerektirir bir sebep bulunmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.

2) Kabule göre de, mahkemenin yönetim kurulu kararının iptaline karar vermekle yetinmesi gerekirken, kooperatifin yetkili organı yerine geçecek şekilde davacıların 140 kişilik çalışma listesine dahil edilmesine karar verilmesi de doğru olmamıştır

Kooperatiflerde sabit fiyatlı ortaklık-Genel gider payı-EVREN ÖZMEN-MALİ MÜŞAVİR

Bu bağlamda, kooperatif ortağının tapu iptali ve tescil talebinde bulunabilmesi için, davaya konu edilen bağımsız bölüme yönelik olarak davalı kooperatife karşı tüm edimlerini yerine getirmiş olduğunu, hiçbir ediminin kalmadığını, diğer üyelerle eşit durumda olduğunu kanıtlaması gerekmektedir. Öte yandan, peşin bedelli ortaklık durumu söz konusu ise, peşin bedelli ortaktan inşaatın finansmanına yönelik aidat istenemez ise de, kooperatifin amacına ulaşıncaya kadar yapılan yönetim ve altyapı giderlerinin ödenmesi gerekir. Ayrıca 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu 23. maddesinde karşılığını bulan eşitlik kuralı gereğince kooperatif ortakları hak ve yükümlülüklerde eşit olup, kooperatif aynı durumdaki ortaklarına eşit işlem yapmak zorunda olduğundan davacının borcunun bulunması halinde de, davacı ile aynı durumda olan birçok ortağa borca rağmen daire tapularının verilip verilmediğinin de belirlenmesi gerekir.

Yine, kural olarak, arsa malikleri ile yapılan arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde, davacı ortak taraf olmadığından ve arsa maliklerince davacı ortağa karşı bağımsız bir taahhüt altına girilmediğinden, davacının arsa sahiplerine karşı doğrudan dava açması mümkün değildir. Yine yüklenici konumunda olan kooperatifin, arsa sahiplerinden tapu talep edebilmesi sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmiş olmasına bağlıdır. Öte yandan, yukarıda belirtildiği üzere, ilke olarak kooperatif ortağının arsa sahiplerine doğrudan dava açma hakları bulunmasa da, tüm dairelerin arsa sahipleri adına tescilinin ardından, kooperatifin edimlerini yerine getiren ortakları için arsa sahiplerinden tapu devrini istemesi şeklinde bir uygulama benimsenmiş ise ve arsa sahibi ile kooperatif arasındaki sözleşme ve uygulamalara göre davacı tarafından tapusu istenilen dairenin kooperatife bırakılacak dairelerden olduğu belirlenir ise arsa sahiplerine husumet yöneltilebileceği kabul edilmelidir.

Bu durumda mahkemece, davacı ortağın kooperatifte, peşin bedelli ortak olup olmadığı, genel giderler yönünden kooperatife borcu olup olmadığı, davacı tarafından tapusu istenilen dairenin kooperatife bırakılacak dairelerden olup olmadığı, kooperatifin istemi üzerine arsa sahiplerince tapuda devir yapılması yönünde bir uygulamanın benimsenip benimsenmediği hususlarında genel kurul ve yönetim kurulu kararları, kooperatif defter kayıt ve belgeleri üzerinde, kooperatif uygulamaları ve mali konularda uzman bir bilirkişi veya bilirkişi kuruluna inceleme yaptırılıp rapor alınarak, oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye ve yanılgılı gerekçeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

Fazla çalışmanın ispatı nasıl olur ? 21.03.2015 MALİ MÜŞAVİR EVREN ÖZMEN

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir, işçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

İşyerinde üst düzey yönetici konumda çalışan işçi, görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda, ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamaz. Bununla birlikte üst düzey yönetici konumunda olan işçiye aynı yerde görev ve talimat veren bir başka yönetici ya da şirket ortağı bulunması halinde, işçinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlediğinden söz edilemeyeceğinden, yasal sınırlamaları aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti talep hakkı doğar. O halde üst düzey yönetici bakımından şirketin yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediğinin de araştırılması gerekir. İşyerinde yüksek ücret alarak görev yapan üst düzey yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması yönünde açık bir talimat verilmemişse, görevinin gereği gibi yerine getirilmesi noktasında kendisinin belirlediği çalışma saatleri sebebiyle fazla çalışma ücreti talep edemeyeceği kabul edilmelidir.

işçi ücretinde zaman aşımı

4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir.
Bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları da, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 Sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.

Şarta bağlı istifa olur mu ? Şartlı istifa olur mu ? İkale sözleşmesinin önemi-ÖZMEN MALİ MÜŞAVİRLİK

Genel olarak iş sözleşmesini fesih hakkı, karşı tarafa yöneltilmesi gereken tek taraflı bir irade beyanı ile iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesiyle ortadan kaldırabilme yetkisi veren, bozucu yenilik doğuran bir haktır. İşçinin haklı nedenle iş sözleşmesini derhal feshi 4857 sayılı İş Kanununun 24 üncü maddesinde düzenlenmiştir. İşçinin önelli fesih bildiriminin normatif düzenlemesi ise aynı yasanın 17 nci maddesinde ele alınmıştır. Bunun dışında Yasada işçinin istifası özel olarak düzenlenmiş değildir.

İşçinin haklı bir nedene dayanmadan ve bildirim öneli tanımaksızın iş sözleşmesini feshi, istifa olarak değerlendirilmelidir. İstifa iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla birlikte iş ilişkisi sona erer. İstifanın işverence kabulü zorunlu değilse de, işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin de işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemez. Bununla birlikte istifaya rağmen tarafların belirli bir süre daha çalışma yönünde iradelerinin birleşmesi halinde, kararlaştırılan sürenin sonunda iş sözleşmesinin ikale yoluyla sona erdiği kabul edilmelidir.

Şarta bağlı istifa ise kural olarak geçerli değildir. Uygulamada en çok karşılaşılan şekliyle, işçinin ihbar ve kıdem tazminatı haklarının ödenmesi şartıyla ayrılma talebi İstifa olarak değil, ikale (bozma sözleşmesi) yapma yönünde bir icap olarak değerlendirilmelidir.

İşçinin istifa dilekçesindeki iradesinin fesada uğratılması da sıkça karşılaşılan bir durumdur. işverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde, gerçek bir istifa iradesinden söz edilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.

İşverenin baskı uygulaması sonucu düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemez. Dairemizce bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği, bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. (Yargıtay 9.H.D.3.7.2007 gün 2007/14407 E. – 2007/21552 K.)

İşçinin haklı nedenle derhal fesih nedenleri mevcut olduğu ve buna uygun biçimde bir fesih yoluna gideceği sırada, iradesi fesada uğratılarak işverence istifa dilekçesi alınması durumunda da istifaya geçerlilik tanınması doğru olmaz. Bu durumda işçinin haklı olarak sözleşmeyi feshettiği sonucuna varılmalıdır.

İstifa belgesine dayanılmakla birlikte, işçiye ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmiş olması, Türkiye İş Kurumuna yapılan bildirimde işveren feshinden söz edilmesi gibi çelişkili durumlarda, her bir somut olay yönünden bu çelişkinin istifanın geçerliliğine etkisinin değerlendirilmesi gerekir.

İstifa belgesindeki ifadenin genel bir içerik taşıması durumunda, işçinin dava dilekçesinde somut sebepleri belirtmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Bu halde de istifanın ardındaki gerçek durum araştırılmalıdır.

İş sözleşmesinin istifa ile sona ermesi halinde, işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanması mümkün olmadığı gibi, ihbar ve kıdem tazminatlarına da hak kazanamaz. İstifa durumunda işçinin işverene ihbar tazminatı ödemesi yükümü ortaya çıkabileceğinden, istifa türündeki belgelerin titizlikle ele alınması gerekir. İmzaya itiraz ya da metin kısmına ilaveler yapıldığı itirazı mutlak olarak teknik yönden incelenmelidir.

Faturada Sekiz günlük süre, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi değildir. Sadece ispat yükünün yer değiştirmesi açısından önem taşır.

Mahkemece, davacının kapanış tasdiki olmadığından usulüne uygun tutulmamış olduğu anlaşılan ticari defterlerindeki kayıtlar esas alınarak hüküm kurulması, kararda açıklanan ilke ve yasal düzenlemelere aykırı olmuştur.

Bir faturayı alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde faturanın içerdiği bilgilere itiraz etme hakkına sahiptir. Aksi taktirde faturanın içeriğini kabul etmiş sayılır. Sekiz gün içinde faturaya itiraz edilmesi durumunda fatura münderecatının doğru olduğunu faturayı düzenleyen tacirin ispat etmesi gerekir. Sekiz günlük süre, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi değildir. Sadece ispat yükünün yer değiştirmesi açısından önem taşır.

Taraflar arasında bu tür bir sözleşme ilişkisi yoksa, düzenlenen belge fatura değildir. Bu belge, belki icap olarak kabul edilebilir ki, buna itiraz edilmemesi, anılan 23/2. madde hükmü anlamında sonuç doğurmaz.
Öte yandan, sadece faturanın tebliğ edilmiş olması akdi ilişkinin varlığını ispatlamaz. Karşı tarafın akdi ilişkiyi inkâr etmesi halinde tacir, öncelikle akdi ilişkiyi başkaca delillerle ispatlamalıdır. Akdi ilişkinin ispatlanamaması halinde faturanın anılan fonksiyonundan yararlanma imkanı yoktur.

Faturanın ispat aracı olması, ancak niteliği gereği faturaya geçirilmesi gereken bilgiler (olağan içerik) hakkında geçerlidi

Taraflar arasında bu tür bir sözleşme ilişkisi yoksa, düzenlenen belge fatura değildir

Mahkemece, davacının kapanış tasdiki olmadığından usulüne uygun tutulmamış olduğu anlaşılan ticari defterlerindeki kayıtlar esas alınarak hüküm kurulması, kararda açıklanan ilke ve yasal düzenlemelere aykırı olmuştur.

Bir faturayı alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde faturanın içerdiği bilgilere itiraz etme hakkına sahiptir. Aksi taktirde faturanın içeriğini kabul etmiş sayılır. Sekiz gün içinde faturaya itiraz edilmesi durumunda fatura münderecatının doğru olduğunu faturayı düzenleyen tacirin ispat etmesi gerekir. Sekiz günlük süre, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi değildir. Sadece ispat yükünün yer değiştirmesi açısından önem taşır.

Taraflar arasında bu tür bir sözleşme ilişkisi yoksa, düzenlenen belge fatura değildir. Bu belge, belki icap olarak kabul edilebilir ki, buna itiraz edilmemesi, anılan 23/2. madde hükmü anlamında sonuç doğurmaz.
Öte yandan, sadece faturanın tebliğ edilmiş olması akdi ilişkinin varlığını ispatlamaz. Karşı tarafın akdi ilişkiyi inkâr etmesi halinde tacir, öncelikle akdi ilişkiyi başkaca delillerle ispatlamalıdır. Akdi ilişkinin ispatlanamaması halinde faturanın anılan fonksiyonundan yararlanma imkanı yoktur.

Faturanın ispat aracı olması, ancak niteliği gereği faturaya geçirilmesi gereken bilgiler (olağan içerik) hakkında geçerlidi

FATURA BEDELİNİN TAHSİLİ İÇİN BAŞLATILAN İCRA TAKİBİNE İTİRAZ İTİRAZIN İPTALİ ( Fatura Bedeli ) TİCARİ DEFTERLERİN İBRAZI VE DELİL OLMASI ( Fatura Bedelinin Tahsili ) FATURAYA İTİRAZ ETMEME ( Taraflar Arasında Bir Tür Sözleşme İlişkisi Yoksa – İcap ) İCAP (Aralarında Sözleşme İlişkisi Olmayan Tarafların Fatura Göndermesi) FATURANIN TEBLİĞ EDİLMİŞ OLMASININ SONUÇLARI FATURANIN ZORUNLU İÇERİĞİ VE İSBAT ARACI OLMASI

DETAYLI BİLGİ İÇİN info@ozmconsultancy.com

Error: Contact form not found.

FATURA BEDELİNİN TAHSİLİ İÇİN BAŞLATILAN İCRA TAKİBİNE İTİRAZ
İTİRAZIN İPTALİ ( Fatura Bedeli )
TİCARİ DEFTERLERİN İBRAZI VE DELİL OLMASI ( Fatura Bedelinin Tahsili )
FATURAYA İTİRAZ ETMEME ( Taraflar Arasında Bir Tür Sözleşme İlişkisi Yoksa – İcap )
İCAP (Aralarında Sözleşme İlişkisi Olmayan Tarafların Fatura Göndermesi)
FATURANIN TEBLİĞ EDİLMİŞ OLMASININ SONUÇLARI
FATURANIN ZORUNLU İÇERİĞİ VE İSBAT ARACI OLMASI
shout_1515907112612.gif

Taraflar arasındaki hizmet alım sözleşmesine dayalı olarak düzenlenen faturalara bağlı alacağın tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkin davada:

Mahkemece, davacının kapanış tasdiki olmadığından usulüne uygun tutulmamış olduğu anlaşılan ticari defterlerindeki kayıtlar esas alınarak hüküm kurulması, kararda açıklanan ilke ve yasal düzenlemelere aykırı olmuştur.

Ekran Resmi 2015-12-13 23.12.49

Bir faturayı alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde faturanın içerdiği bilgilere itiraz etme hakkına sahiptir. Aksi taktirde faturanın içeriğini kabul etmiş sayılır. Sekiz gün içinde faturaya itiraz edilmesi durumunda fatura münderecatının doğru olduğunu faturayı düzenleyen tacirin ispat etmesi gerekir. Sekiz günlük süre, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi değildir. Sadece ispat yükünün yer değiştirmesi açısından önem taşır.

Taraflar arasında bu tür bir sözleşme ilişkisi yoksa, düzenlenen belge fatura değildir. Bu belge, belki icap olarak kabul edilebilir ki, buna itiraz edilmemesi, anılan 23/2. madde hükmü anlamında sonuç doğurmaz.
Öte yandan, sadece faturanın tebliğ edilmiş olması akdi ilişkinin varlığını ispatlamaz. Karşı tarafın akdi ilişkiyi inkâr etmesi halinde tacir, öncelikle akdi ilişkiyi başkaca delillerle ispatlamalıdır. Akdi ilişkinin ispatlanamaması halinde faturanın anılan fonksiyonundan yararlanma imkanı yoktur.

Faturanın ispat aracı olması, ancak niteliği gereği faturaya geçirilmesi gereken bilgiler (olağan içerik) hakkında geçerlidir.

Taraflar arasındaki sözleşmeye göre;
Ödemenin, hizmetin verilmesinden sonra yapılacağı anlaşılmış olup;
Mahkemece, faturaların davalı tarafça iade edilmesi nedeniyle bedeli uyuşmazlığa konu fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olduğunu ve dayanağı olan hizmetin verildiğini ispat yükünün davacı tarafa aittir.
Davacı vekilinin bu konudaki delilleri toplandıktan sonra uzman bilirkişi aracılığıyla tarafların defter ve kayıtları ile gerekirse işyerlerinde bu hususta inceleme yapılarak dava ve takibe konu faturalara konu hizmetin verilip verilmediğinin tespiti ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı gerekçeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.fk

 

DAVA VE KARAR:

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ KARARI:Davacı vekili, taraflar arasında imzalanan 15.11.2011 tarihli sözleşmeye bağlı olarak düzenlenen faturalardan ödenmeyen 31.12.2011 tarih ve 19.545,08 TL, 31.01.2012 tarih ve 19.545,08 TL, 21.02.2012 tarih ve 13.000,05 TL bedelli üç adet fatura bedelinin tahsili için başaltılan icra takibine davalının itirazının haksız olduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile %40 icra inkâr tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkil şirketin herhangi bir borcunun olmadığını, müvekkili şirketin Kasım 2011 tarihinden bu yana karşı taraftan böyle bir hizmet almadığını, davacı tarafından haksız olarak fatura kesilmesini önlemek için müvekkili şirketin sözleşmeyi 09.02.2012 tarihli ihtarname ile 01.11.2012 tarihinden itibaren iyiniyetli olarak feshettiğini, düzenlenen faturaya konu bir alacak borç ilişkisi oluşmadığını, faturaların davacı şirketçe her zaman düzenlenebilir nitelikte olduğunu, faturaların yasal süre içerisinde noter marifetiyle iade edildiğini, hizmetin ispatlanması gerektiğini savunarak, davanın reddini ve %40 kötüniyet tazminatının tahsilini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, dosya kapsamı ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; taraflar arasında 15.11.2011 tarihli sözleşmeye bağlı olarak düzenlenen fatura bedellerinin bir kısmının ödendiği, davacı şirketin, davalı şirketten 31.01.2012 tarih ve 23655 sayılı faturadan dolayı 19.545,08 TL, 21.02.2012 tarih ve 23674 sayılı faturadan dolayı 13.030,05 TL olmak üzere toplam 32.253,71 TL alacaklı bulunduğu, bu alacağın ödenmediği gerekçesiyle,
davanın kısmen kabulü ile itirazın 32.575,13 TL üzerinden iptaline, alacağın %40`ı oranında icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2-Dava, taraflar arasındaki hizmet alım sözleşmesine dayalı olarak düzenlenen faturalara bağlı alacağın tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.

Dava, 11.04.2012 tarihinde açılmış olup, HMK`nın “ticari defterlerin ibrazı ve delil olması” başlıklı 222. maddesinin uygulanması gerekmektedir.

Zira, 6103 sayılı Kanun`un 13. maddesi, 6335 sayılı Kanun`un 47. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
6102 sayılı TTK`nın 4/2. maddesinde, ticari davalarda da deliller ile bunların sunulmasının 1086 sayılı HUMK hükümlerine tabi olacağına ilişkin hükümde yer alan atıf, HMK`nın 447/2. maddesi uyarınca HMK`na yapılmış sayılır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 28.03.2012 tarih ve 2011/11-862 Esas, 2012/251 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere;
1086 sayılı HUMK’nın 326. maddesine göre (6100 sayılı HMK`nın 219. maddesi), her iki taraf kendi ellerindeki vesikaları (belgeleri) mahkemeye ibraz etmek zorundadır.
Bir davada ispat yükü kendisine ait olan tarafın, başka delillerle birlikte karşı tarafın ticari defterlerine de dayandığı,
diğer anlatımla, delillerini karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği, dolayısıyla da, uyuşmazlığa 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nun 83/2. maddesindeki (6100 sayılı HMK`nın 222/5. maddesi) özel hükmün uygulanamayacağı durumlarda; karşı tarafın kendi defterlerini mahkemeye ibraz etmesi ya da bundan kaçınmasına bağlanması gereken hukuksal sonuçlar, HUMK`nın 330 ve ardından gelen maddelerindeki (HMK`nın 220. maddesi) konuya ilişkin genel düzenlemelere tabidir.

HUMK`nın 332. maddesi (HMK`nın 220. maddesi), bir tarafın, mahkemece kendisine verilen süre içerisinde ilgili belgeyi ibraz etmemesi halinde, mahkemenin, o tarafın maksadını gözeterek, diğer tarafın o belgeye ilişkin açıklamasını kabul edebileceğini öngörmektedir.
Önemle vurgulanmalıdır ki; HUMK`nın 332. maddesindeki(HMK`nın 220. maddesi) bu hüküm, taraflardan birinin delillerini salt karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği hallerde, ticari defterlerin mahkemeye sunulması bakımından da uygulanır.
Diğer anlatımla, belirtilen bu durumda ticari defterler de, HUMK`nın 330 ve sonraki maddeleri (HMK`nın m. 220.) anlamında “vesika” niteliğindedir.

Öte yandan, ticari defterlerin ispat kuvvetini düzenleyen 6762 sayılı TTK`nın 82. maddesindeki (HMK`nın m. 222. maddesi) hüküm,
“I – Kati delil” şeklindeki kenar başlığı ile birlikte değerlendirildiğinde ve aynı Kanun’un 1474. maddesi uyarınca kenar başlıklarının metne dahil bulunduğu da gözetildiğinde;
ticari işlerden dolayı tacirler arasında çıkan uyuşmazlıklarda ticari defterlerin (maddede gösterilen koşulların mevcut olması kaydıyla), kesin delil niteliğinde bulunduğunu öngörmektedir.

6762 sayılı TTK`nın 69. vd. maddeleri (6102 sayılı TTK`nın 64. maddesi ) uyarınca da defterlerini yöntemince tasdik ettirmeyen tacirin bu gibi defterleri lehine delil olamaz. Ancak kanuna uygun olarak veya olmayarak tutulmuş olan ticari defterlerin münderecatı, sahibi ve halefleri aleyhinde delil sayılır. (HMK md. 222/4)

Mahkemece, davacının kapanış tasdiki olmadığından usulüne uygun tutulmamış olduğu anlaşılan ticari defterlerindeki kayıtlar esas alınarak hüküm kurulması, yukarıda açıklanan ilke ve yasal düzenlemelere aykırı olmuştur.

Diğer yandan, YİBBGK`nın 27.06.2003 tarih ve 2001/1 E., 2003/1 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere;
Bir faturayı alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde faturanın içerdiği bilgilere itiraz etme hakkına sahiptir. Aksi taktirde faturanın içeriğini kabul etmiş sayılır. (Dava tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı TTK md. 23/2).
Bu hüküm, fatura içeriğinden kabul edilen hususlara ilişkin olarak, faturayı düzenleyenin lehine; adına fatura düzenlenenin aleyhine bir karine getirmektedir. Bu karine, faturanın ispat gücüne yönelik bir düzenlemeyi ortaya koymaktadır.
Diğer anlatımla, fatura, düzenleyen aleyhine delil olduğu gibi, kendisi faturayı düzenlemediği halde tebliğinden itibaren sekiz gün içinde itiraz etmeyen aleyhine de delil olabilecektir.

Faturanın adına tanzim edilen aleyhine ispat vasıtası olması
, yani, faturayı alan kişinin fatura kendinden sadır olmamakla birlikte aleyhine delil teşkil etmesi TTK`nın 23. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen ve yukarıda ayrıntısı açıklanan bu karineden kaynaklanmaktadır.
Buna göre; fatura düzenleyen tacirin anılan karineden yararlanabilmesi için fatura tanzim edenle, adına fatura tanzim edilen arasında akdi ilişki bulunması, faturanın akdin ifasıyla ilgili olarak düzenlenmesi gerekir. Fatura sözleşmenin kurulması safhasıyla ilgili olmayıp ifasına ilişkin olduğundan öncelikle temel bir borç ilişkisinin bulunması gerekir.
TTK`nın 23. maddesinin 2 ve 3. fıkrasındaki karine aksi ispat edilebilen adi bir karinedir.
İkinci fıkra gereği sekiz gün içinde faturaya itiraz edilmesi durumunda fatura münderecatının doğru olduğunu faturayı düzenleyen tacirin ispat etmesi gerekir.
Taraflar arasında bu tür bir sözleşme ilişkisi yoksa, düzenlenen belge fatura değildir. Bu belge, belki icap olarak kabul edilebilir ki, buna itiraz edilmemesi, anılan 23/2. madde hükmü anlamında sonuç doğurmaz.

Öte yandan, sadece faturanın tebliğ edilmiş olması akdi ilişkinin varlığını ispatlamaz. Karşı tarafın akdi ilişkiyi inkâr etmesi halinde tacir, öncelikle akdi ilişkiyi başkaca delillerle ispatlamalıdır. Akdi ilişkinin ispatlanamaması halinde faturanın anılan fonksiyonundan yararlanma imkanı yoktur.

 Faturanın ispat aracı olması, ancak niteliği gereği faturaya geçirilmesi gereken bilgiler (olağan içerik) hakkında geçerlidir. Sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak düzenlenen faturanın şekli ve kapsamının ne olması gerektiği konusunda, Türk Ticaret Kanunu`nda özel bir hüküm bulunmamakta, anılan yasanın 23. maddesinde neyi ifade ettiği açıklanmaksızın faturanın münderecatından söz edilmektedir.
Faturanın zorunlu içeriği ve şekil şartlarına ilişkin ayrıntılı düzenleme Vergi Usul Kanunu`nda yer almaktadır. Faturanın olağan içeriği, akdin ifası ile ilgili hususlarla sınırlıdır (VUK.230). Dolayısıyla, faturanın içeriği, faturanın bu temel niteliğine uygun olmadığı taktirde, sekiz günlük itiraz süresinin geçirilmesi bu hususları yazılı delil haline getirmez.

Faturaya itiraz, faturanın teslim alındığı tarihten itibaren sekiz gün içinde yapılmalıdır. İtirazın sekiz gün içinde karşı tarafa varması şart değildir. Sekiz günlük süre, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi değildir. Sadece ispat yükünün yer değiştirmesi açısından önem taşır. Sekiz günlük süre içinde itiraz edildiği taktirde, fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olduğunu ispat külfeti faturayı veren tarafa ait iken, sekiz günlük sürenin geçmesinden sonra itiraz edilmesi halinde, fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olmadığını ispat külfeti faturayı alan tarafa ait olur.
Faturayı alan her türlü delille bu külfeti yerine getirebilir. (Geniş bilgi için Bkz: Prof. Dr. Sami Karahan, Ticari İşletme Hukuku, 23. Baskı, Eylül 2012, Konya; Sh 111 vd.)
Faturanın davalı tarafa usulüne uygun tebliğ edildiğini kanıtlama yükümlülüğü davacı tarafta olup, davacının bu hususu kanıtlaması halinde, bu kez, TTK`nın 23/2. maddesinde yazılı 8 günlük yasal süre içerisinde faturaya itiraz ve iade ettiğini kanıtlama yükümlülüğü ise, davalı tarafa aittir.
TTK`nın 23/2. maddesi uyarınca tebliğe rağmen faturayı süresinde itiraz ve iade etmeyerek, ticari defterlerine borç kaydeden tacir, fatura münderecatını aynen kabul etmiş ve faturayı gönderen taraf, faturaya dayalı bu alacağının varlığını TTK`nın 84. ve 85. madde hükümleri (HMK 222) uyarınca ispatlamış olur.

Dosya kapsamından 31.01.2012 tarih ve 19.545,08 TL ile 21.02.2012 tarih ve 13.030,05 TL bedelli faturaların davalı şirkete tebliğ edildiği, davalının dava tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı TTK`nın 23/2. maddesindeki 8 günlük süre içerisinde faturaları iade ettiği ve faturaların davalının ticari defterlerinde kayıtlı olmadığı hususları uyuşmazlık dışıdır.

Taraflar arasındaki sözleşmenin “Mali Yükümlülükler ve Ödeme” başlıklı 6.1 maddesi
“İşletme, Danışman`ın işbu Sözleşme kapsamında vereceği hizmetlere karşılık olmak üzere kişi başı aylık (yasal ve diğer her türlü ödemeler ile K.D.V Dahil) 2.473,53 TL olmak üzere toplam 9 kişilik personel sayısı üzerinden KDV dahil aylık toplam 22.261,77 TL ödeme yapacaktır. Her bir ay içinde verilen hizmetler bedeli takip eden ayın ilk haftası içinde İşletme`ye fatura edilecektir. İşletme, fatura bedelini faturanın kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç 5 (Beş) iş günü içinde Danışman`ın … Bankası sahil şubesinde mevcut …No`lu banka hesabına yatırmak suretiyle ödeyecektir.” hükmünü içermektedir.

Bu maddeye göre hizmetin verilmesinden sonra ödeme yapılacağı anlaşılmış olup, mahkemece, faturaların davalı tarafça iade edilmesi nedeniyle bedeli uyuşmazlığa konu fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olduğunu ve dayanağı olan hizmetin verildiğini ispat yükünün davacı tarafa ait olduğu gözetilip davacı vekilinin bu konudaki delilleri toplandıktan sonra uzman bilirkişi aracılığıyla tarafların defter ve kayıtları ile gerekirse işyerlerinde bu hususta inceleme yapılarak dava ve takibe konu faturalara konu hizmetin verilip verilmediğinin tespiti ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı gerekçeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ:

Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalı yararına ( BOZULMASINA ), peşin harcın istek halinde iadesine

Ücreti ödenmeyen işçinin kanuni hakları nelerdir ? 21.03.2015-Mali Müşavir Evren ÖZMEN-ÖZMEN MALİ MÜŞAVİRLİK VE DANIŞMANLIK

İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret, işçi için en önemli hak, işveren için en temel borçtur.
4857 sayılı iş Kanununun 32`nci maddesinin dördüncü fıkrasında, ücretin en geç ayda bir ödeneceği kurala bağlanmıştır. 5953 sayılı Basın iş Kanununun 14`üncü maddesinin aksine, 4857 sayılı Yasada ücretin peşin ödeneceği yönünde bir hüküm bulunmamaktadır.
Buna göre, aksi bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde kararlaştırılmadığı sürece işçinin ücreti bir ay çalışıldıktan sora ödenmelidir.

Ücreti ödenmeyen işçinin, bu ücretini işverenden dava ya da icra takibi gibi yasal yollardan talep etmesi mümkündür.

1475 sayılı Yasa döneminde, toplu olarak hareket etmemek ve kanun dışı grev kapsamında sayılmamak kaydıyla Borçlar Kanununun 81`inci maddesi uyarınca ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini ifa etmekten, yani çalışmaktan kaçınabileceği kabul edilmekteydi. 4857 sayılı İş Kanununda ise ücret daha fazla güvence altına alınmış ve işçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda, işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş, toplu bir nitelik kazanması halinde dahi bunun kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır.

Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı nedene dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da bulunmaktadır. Ücretin hiç ya da bir kısmının ödenmemiş olması bu konuda önemsizdir.

Ücretin ödenmediğinden söz edebilmek için işçinin yasa ya da sözleşme ile belirlenen ücret ödenme döneminin gelmiş olması ve işçinin bu ücrete hak kazanması gerekir.

4857 sayılı İş Kanununun 24`üncü maddesinin (II) numaralı bendinin (e) alt bendinde sözü edilen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye, prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların ödenmemesi durumunda da işçinin haklı fesih imkanı bulunmaktadır.

İşçinin ücretinin işverenin içine düştüğü ödeme güçlüğü nedeniyle ödenememiş olmasının sonuca bir etkisi yoktur. İşçinin, ücretinin bir kısmını Yasanın 33`üncü maddesinde öngörülen ücret garanti fonundan alabilecek olması da işçinin fesih hakkını ortadan kaldırmaz.

Bireysel veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan aynî yardımların yerine getirilmemesi de (erzak ve kömür yardımı gibi) bu madde kapsamında değerlendirilmeli ve işçinin “haklı fesih” hakkı bulunduğu kabul edilmelidir.

Fazla çalışma olup, olmadığı bordrolardan nasıl ispat edilir ?-Mali Müşavir Evren ÖZMEN-ÖZMEN MALİ MÜŞAVİRLİK VE DANIŞMANLIK

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay`ca son yıllarda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır. Ancak fazla çalışmanın tanık anlatımları yerine yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir. Yapılacak indirim, işçinin çalışma şekline ve işin düzenlenmesine ve hesaplanan fazla çalışma miktarına göre taktir edilmelidir. Hakkın özünü ortadan kaldıracak şekilde bir indirime gidilmemelidir.

20 Mart 2015 CUMA Resmî Gazete Sayı : 29301 TEBLİĞ Gümrük ve Ticaret Bakanlığından: SERMAYE ŞİRKETLERİNİN TASFİYESİNDE ŞİRKET ALACAKLILARININ ALACAKLARININ YATIRILACAĞI BANKANIN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN TEBLİĞ

20 Mart 2015 CUMA Resmî Gazete Sayı : 29301
TEBLİĞ
Gümrük ve Ticaret Bakanlığından:

SERMAYE ŞİRKETLERİNİN TASFİYESİNDE ŞİRKET ALACAKLILARININ
ALACAKLARININ YATIRILACAĞI BANKANIN
BELİRLENMESİNE İLİŞKİN TEBLİĞ

Amaç

MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı, tasfiye halinde bulunan anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin, bilinen alacaklılarıyla, ulaşılamayan ortaklarının muaccel olan veya hakkında uyuşmazlık bulunmayan alacaklarının;

a) Depo edileceği bankayı,

b) Depo edilmesi ile banka hesabına yatırılan tutarın hak sahiplerine ödenmesine ilişkin usul ve esasları,

belirlemektir.

Kapsam

MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ, 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre tasfiyeleri yürütülen anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketleri kapsar.

Dayanak

MADDE 3 – (1) Bu Tebliğ, 6102 sayılı Kanunun 210 uncu maddesinin birinci fıkrasına, 541 inci maddesinin ikinci fıkrasına, 565 inci maddesinin ikinci fıkrasına ve 644 üncü maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.

Tanımlar

MADDE 4 – (1) Bu Tebliğde geçen;

a) Müdürlük: Ticaret Sicili Müdürlüğünü,

b) Sözleşme: Anonim şirketlerde ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerde esas sözleşmeyi, limited şirketlerde şirket sözleşmesini,

c) Şirket: Anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketleri,

ifade eder.

Alacağı bankaya yatırılacak olan alacaklılar       

MADDE 5 – (1) Tasfiye halinde bulunan şirketlerin bu Tebliğ kapsamındaki alacaklıları şunlardır:

a) Şirket defterlerinden veya diğer belgelerden alacaklı oldukları anlaşılan, yerleşim yerleri bilinen ve iadeli taahhütlü mektupla çağrılan kişiler,

b) Şirket defterlerinden veya diğer belgelerden alacaklı oldukları anlaşılan ancak yerleşim yerleri bilinmeyen, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde, şirket bağımsız denetime tabi ise şirketin internet sitesinde ve aynı zamanda sözleşmede öngörüldüğü şekilde, birer hafta arayla yapılacak üç ilanla şirketin sona ermiş bulunduğu konusunda bilgilendirilen ve alacaklarını tasfiye memuruna bildirmeye çağrılan kişiler,

c) Tasfiye halinde bulunan şirketin ulaşılamayan ortakları.

Alacağın yatırılacağı banka

MADDE 6 – (1) 5 inci maddenin birinci fıkrasında sayılan kişiler yapılan çağrılara rağmen tasfiye halinde bulunan şirketin tasfiye memurlarına herhangi bir bildirimde bulunmazlarsa, muaccel olan veya hakkında herhangi bir uyuşmazlık bulunmayan alacaklarının tutarı, tasfiye halinde bulunan şirketin merkezinin kayıtlı bulunduğu Müdürlüğe en yakın Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi şubesinde veya şirket merkezinin bulunduğu yerde anılan Banka şubesinin bulunmaması durumunda en yakın yerdeki şubede açılacak hesaba yatırılır.

(2) Tasfiye halinde bulunan şirketin borçları ödendikten sonra, ulaşılamayan şirket ortaklarının pay bedelleri ile pay bedelleri geri verildikten sonra kalan varlıktan üzerine düşen pay da yine birinci fıkra hükümlerine tabidir.

(3) Muaccel olmayan veya hakkında uyuşmazlık bulunan borçlar bu kapsamda değildir.

Alacakların veya pay bedellerinin yatırılacağı hesap

MADDE 7 – (1) Tasfiye memurunun başvurusu üzerine, tasfiye halindeki şirketin Vergi Kimlik Numarası ile vadeli Türk Lirası mevduat hesabı açılır.

(2) Tasfiye halindeki şirketin bilinen alacaklıları ile kendisine ulaşılamayan ortaklarına dair alacaklar; tasfiye memurlarınca, şirketin ticaret unvanı ve alacaklıya ilişkin mevcut kimlik bilgileri belirtilmek suretiyle bir ay vadeli olarak yatırılır. Vade süresi dolduğunda, hesap aynı vade ile yenilenir.

Alacaklı listesi ve alacaklıya ödeme yapılması

MADDE 8 – (1) Tasfiye memurları, bu Tebliğ kapsamında bankaya yatırılan alacaklar ve pay bedelleri ile ilgili olarak, alacakları bankaya yatırılan alacaklıların veya ortakların kimlik bilgilerine ve açılan hesaba ilişkin bilgileri gösterir listeyi en geç bir hafta içinde şirket merkezinin kayıtlı bulunduğu Müdürlüğe verir. Müdürlük, listeyi şirketin sicil dosyası içerisinde muhafaza eder.

(2) Liste verildiği gün Müdürlüğün kurulu olduğu ticaret ve sanayi veya ticaret odasının internet sitesinde yayımlanır.

(3) Hak sahipleri, bankaya yapacakları ödeme taleplerinden önce ilgili Müdürlüğe başvurarak alacaklı olduklarını gösterir belge alırlar. Müdürlük, talepte bulunanın verilen listede adı geçen alacaklılar arasında bulunup bulunmadığını, talep sahibinin ibraz ettiği kimlik bilgileri ve sicil dosyasında yer alan diğer belgeler üzerinden yaptığı incelemeyle tespit eder. Ancak sicile tevdi edilen ve şirketin sicil dosyasında yer alan belgelerden, talepte bulunanın hak sahibi olduğu kesin olarak tespit edilemiyorsa, talepte bulunan tarafından ispat edilmedikçe Müdürlükçe belge verilmez. Müdürlük hak sahipliğini tevsik edici her türlü bilgi ve belgeyi gerektiğinde talepte bulunandan isteyebilir. Talep sahibinin adının verilen listede yer aldığının şirket merkezinin kayıtlı bulunduğu Müdürlükçe tespiti halinde ödeme yapılmasına ilişkin belge talepte bulunana verilir.

(4) Açılan hesaptan ödeme yapılabilmesi için, alacaklının ilgili Müdürlükten aldığı belgeyi banka şubesine ibraz etmesi zorunludur. Vade bitiminden önce alacaklı tarafından para çekilmek istendiğinde, o aya ilişkin vade bozularak, alacak tutarı daha önceki aylarda işlemiş aylık faizlerle birlikte hak sahibine ödenir.

Mevduata ilişkin zamanaşımı

MADDE 9 – (1) Tasfiye halinde şirket adına açılan mevduatın zamanaşımına uğraması hakkında 19/10/2005tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ve bu Kanuna dayanılarak çıkarılan ikincil mevzuat hükümleri uygulanır.

Yürürlük

MADDE 10 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 11 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Gümrük ve Ticaret Bakanı yürütür.

 

150 metrekare konut kdv danıştay

Danıştay 4. Dairesi
Tarih    : 10.12.2014
Esas No   : 2014/4835
KDVK Md. 29
KDV GENEL UYGULAMA TEBLİĞİNİN, KONUTLARDA NET ALAN HESABINA İLİŞKİN BÖLÜMÜNÜN YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI

Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinin, net alanı 150 m2’nin altında kalan ve indirimli KDV oranına tabi olan konutların net alan hesabına ilişkin bölümü ile KDV iade hesabına dahil edilecek yüklenilen KDV’ye ilişkin 2 No.lu Örneğin yürürlüğünün durdurulması hk.   

İstemin Özeti: 26 Nisan 2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin III. Matrah, Nispet ve Oran başlıklı bölümünün B. Oran alt bölümünde yer verilen 2. indirimli Orana Tabi Bazı Mal ve Hizmetlere İlişkin Açıklamalar başlıklı düzenlemenin “2.1.3. Net alan” başlıklı kısmı ile 3. İndirimli Orana Tabi İşlemlerde İade Uygulaması başlıklı düzenlemenin 3.1.3 İade Hesabına Dahil Edilebilecek Yüklenilen katma değer vergisi bölümünde “3.1.3.1 Genel Olarak” alt başlığı ile yapılan düzenlemede yer alan “Örnek 2”nin iptali istemiyle açılan dava sonuçlanıncaya kadar yürütmenin durdurulması istemidir.

Karar: 26 Nisan 2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin III. Matrah, Nispet ve Oran başlıklı bölümünün B. Oran alt bölümünde yer verilen 2. İndirimli Orana Tabi Bazı Mal ve Hizmetlere İlişkin Açıklamalar başlıklı düzenlemenin “2.1.3. Net alan” başlıklı kısmı ile 3. İndirimli Orana Tabi İşlemlerde İade Uygulaması başlıklı düzenlemenin 3.1.3 İade Hesabına Dahil Edilebilecek Yüklenilen katma değer vergisi bölümünde “3.1.3.1 Genel Olarak” alt başlığı ile yapılan düzenlemede yer alan “Örnek 2”nin iptali istemiyle açılan dava sonuçlanıncaya kadar yürütmenin durdurulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinin 2. fıkrasında Danıştay veya idari mahkemelerin, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilecekleri, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesinin, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabileceği, yürütmenin durdurulması kararlarında idarî işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesinin zorunlu olduğu, sadece ilgili kanun hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceği belirtilmiştir.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 28. maddesine göre, KDV oranı, vergiye tabi her bir işlem için (% 10) olup, Bakanlar Kurulu bu oranı, dört katına kadar artırmaya, (% 1)’e kadar indirmeye, bu oranlar dâhilinde muhtelif mal ve hizmetler ile bazı malların perakende safhası için farklı vergi oranları tespit etmeye yetkilidir.

Bakanlar Kuruluna verilen yetkiye dayanılarak mal ve hizmetlere uygulanan KDV oranlarını belirleyen 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 1. maddesiyle mal teslimleri ile hizmet ifalarına uygulanacak KDV oranları, söz konusu Kararnameye;

– Ekli listelerde yer alanlar hariç olmak üzere, vergiye tabi işlemler için (% 18),

– Ekli (I) sayılı listede yer alan teslim ve hizmetler için (% 1),

– Ekli (II) sayılı listede yer alan teslim ve hizmetler için (% 8),

olarak tespit edilmiştir.

2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile;

– Net alanı 150 m2’ye kadar konut teslimleri için KDV oranı (% 1) olarak tespit edilmiştir.

Bu durumda, Kanunun 1. maddesi kapsamına giren ve net alanı 150 m2’ye kadar olan konut teslimlerinde, KDV oranı (% 1) olarak, 150 m2’yi aşan konutların tesliminde ise genel vergi oranı uygulanacaktır.

Ancak, 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 1. maddesinin altıncı fıkrasına göre, (I) sayılı listenin 11. sırasında yer alan net alanı 150 m2’ye kadar konutlardan; 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu kapsamındaki büyükşehirlerde (16.5.2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında rezerv yapı alanı ve riskli alan olarak belirlenen yerler ile riskli yapıların bulunduğu yerler hariç), lüks veya birinci sınıf inşaat olarak yapılan ve ruhsatın sonradan revize edilip inşaat kalitesinin yükseltilmesi hali de dahil olmak üzere, yapı ruhsatının alındığı tarihte, üzerine yapıldığı arsanın 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun 29. maddesine istinaden tespit edilen arsa birim m2 vergi değeri;

  1. a) Beşyüz TL ile bin (bin TL hariç) arasında olan konutların tesliminde bu maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde belirtilen vergi oranı (%8),
  2. b) Bin TL ve üzerinde olan konurların tesliminde bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen vergi oranı (%18),

uygulanacağı öngörülmüştür.

Bakanlar Kurulu Kararının 2. maddesinde, bu Karar kapsamındaki mal ve hizmetleri tanımlamaya Maliye Bakanlığı yetkili olduğu belirtilmiştir.

26 Nisan 2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin III. Matrah, Nispet ve Oran başlıklı bölümünün B. Oran alt bölümünde yer verilen düzenlemenin 2.1.3. Net alan başlıklı bölümü

“Net alan deyimi ‘konut içerisinde duvarlar arasında kalan temiz alan’ olarak tanımlanan faydalı alanı ifade etmekte olup, plan ve proje gereği konut dışında bir amaçla kullanılacak bölümleri de ihtiva eden inşaatlarda indirimli oran sadece konut olarak kullanılacak bölümlere uygulanır.

Net alanın hesaplanması konusunda aşağıdaki şekilde hareket edilir:

  1. a) Balkon, kömürlük, garaj, asansör boşluğu ve benzeri yerler, konutlardan ayrı olarak kullanılmaları mümkün olmadığından prensip olarak net alan hesabına dahildir.
  2. b) Faydalı alan genel olarak duvar yüzlerinde 2,5 cm sıva bulunduğu kabul edilerek, proje üzerinde gösterilmiş bulunan kaba yapı boyutlarının her birinden 5’er cm. düşülmek suretiyle hesaplanır.

Ancak;

– Konutlarda kapı ve pencere şeritleri, duman ve çöp bacası çıkıntıları, ışıklıklar ve hava bacaları, -Karkas binalardaki kolonların duvarlardan taşan dişleri, -Bir konuttaki balkonların veya arsa zemininden 0.75 m.den yüksek terasların toplamının 2 m2’si çok katlı binalarda yapılan çekme katların etrafında kalan ve ticaret bölgelerinde zemin katların komşu hududuna kadar uzaması ile meydana gelen teraslar, -Çok katlı binalarda genel giriş, merdiven, sahanlıklar ve asansörler, -İki katlı tek ev olarak yapılan konutlarda iç merdivenlerin altında 1,75 m. yüksekliğinden az olan yerler, -Bodrumlarda konut başına bir adet, konutun bulunduğu bina dışında konut başına 4 m2’den büyük olmamak üzere yapılan kömürlük veya depo, -Kalorifer dairesi, yakıt deposu, sığınak, kapıcı dairesi, müşterek hizmete ayrılan depo, çamaşırlık, -Bina içindeki garajlar ile bina dışında konut başına 18 m2’den büyük olmamak üzere yapılan garajlar,

faydalı alan dışındadır.

Bina dışındaki kömürlük ve depoların 4 m2’yi, garajların 18 m2’yi aşan kısmı, ait oldukları konutun faydalı alanına dahil edilirler.”

şeklinde düzenlenmiştir.

02.11.1985 tarih ve 18916 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği 194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine dayanılarak hazırlanmış olup yapı düzenine ait tanımlar başlıklı 16. maddesinin 41. bendinde, Bağımsız Bölüm Net Alanı “Bağımsız bölüm içerisindeki kapalı olup duvarlar arasında kalan net alandır. Bu alana; kapı ve pencere eşikleri, 2.5 cm’i geçmemek koşuluyla sıva payları, kolonlar, duman, çöp, atık, tesisat ve hava bacaları ile ışıklıklar, bağımsız bölüm içindeki asansör ve galeri boşlukları, tesisat odası, merdivenlerin altlarında 1.80 m. yüksekliğinden az olan yerler, tek bağımsız bölümlü müstakil binalarda bağımsız bölüm içindeki otopark, sığınak, odunluk, kömürlük, hidrofor ve arıtma tesisi alanı, su ve yakıt deposu ve kazan dairesi dahil edilmez. Açık çıkmalar, balkonlar, zemin, çatı ve kat terasları, kat ve çatı bahçeleri gibi en az bir cephesi açık olan mekanlar ile aynı katta veya farklı katta olup bağımsız bölümün eklentisi olan mekanlar ile ortak alanlar bağımsız bölüm net alanı içinde değerlendirilmez. Bağımsız bölümün içten bağlantılı olarak çatı araları dahil birden fazla katta yer alan mekanlardan oluşması halinde bu katlardaki bağımsız bölüme ait alanlar birlikte değerlendirilerek bağımsız bölüm net alanı bulunur.” şeklinde, 42. bendinde, Eklenti Net Alanı, “Sadece bağımsız bölüme ait olup bu bölümün kullanımı ve tasarrufunda bulunan, ancak bağımsız bölümün, içinde olmayıp, aynı katta veya farklı katta bulunan ve bağımsız bölümden ayrı girişi bulunan mekanların, (41) numaralı bentte belirlenen esaslar dikkate alınarak hesaplanacak net alanıdır.” şeklinde, 43. bendinde, Bağımsız Bölüm Toplam Net Alanı: Bağımsız bölüm net alanı ile bağımsız bölüme ait eklenti veya eklentilerin net alanlarının toplamıdır.” şeklinde tanımlanmıştır.

Yukarıda yer verilen Genel Uygulama Tebliği’nde, Bakanlar Kurulu Kararnamesinde ayrı bir mal olarak sınıflandırılan “net alanı 150 m2’ye kadar konut” kavramında, net alanın nasıl belirleneceği açıklanmıştır.

Katma Değer Vergisi Kanunu’nda düzenlenmeyen %1’e tabi olacak konutu davalı İdare Genel Uygulama Tebliğ ile, net alan hesaplamalarını kendisi yaparak sınırlamakta ve verginin konusunu yani katma değer vergisine tabi olacak malı ve katma değer vergisi oranını tespit etmiş olmaktadır. Bakanlar Kurulu kararında, karar kapsamındaki mal ve hizmetleri tanımlamaya Maliye Bakanlığı yetkili olduğu belirtilmişse de, davalı İdarenin düzenleme yetkisi, yasada ve Bakanlar Kurulu kararının uygulanması ve açık yetki verilmesi durumunda usule ilişkin hususları belirlemeyle sınırlı olmalı, katma değer vergisi oranı Bakanlar Kurulu kararı ile %1’e indirilen mal ve hizmetlerin tanım ve kapsamı, genel hukuk kuralları içinde ve genel kabul gören uygulamalarda belirlendiği şekilde ele alınmalıdır.

Davalı İdare tarafından tesis edilen Genel Uygulama Tebliği’nde net alana ilişkin yapılan düzenlemeyle birlikte, bir konutun katma değer vergisi uygulaması açısından ve Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’ne göre olmak üzere iki farklı ve birbiriyle çelişen “net alanı 150 m2’ye kadar konut” tanımlaması yapılmakladır. Bakanlar Kurulu kararıyla %1oranında katma değer vergisine tabi olacağı belirtilen “net alanı 150 m2’ye kadar konut”un tanımlanmasında bu konuda teknik düzeyde düzenleme ve tanımlama yetkisi ve yeterliliği bulunan Çevre Şehircilik Bakanlığı tarafından yayımlanan Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nin dikkate alınması gerekir. Zira, bu hususta teknik bilgi ve uzmanlığı olmadığı görülen Maliye Bakanlığı’na her ne kadar tanımlama yetkisi verilmişse de bu yetkisi sınırsız olmayıp uzman kuruluşlardan görüş alınması veya bu konuda teknik düzeyde düzenleme ve tanımlama yetkisi bulunan kurumların düzenlemelerinden yararlanılması “idarelerin takdir yetkilerine giren işlemleri tesis ederken mutlak ve sınırsız hareket edemeyeceklerine ilişkin, idare hukuku ilkesinin” bir gereği olup bu ilkeye aykırı düşen dava konusu düzenlemede hukuka uyarlık görülmemiştir.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinin 2. fıkrasında, “Bir vergilendirme döneminde indirilecek katma değer vergisi toplamı, mükellefin vergiye tâbi işlemleri dolayısıyla hesaplanan katma değer vergisi toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez. Şu kadar ki, 28. madde uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulunca tespit edilecek sınırı aşan vergi, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli idareler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin % 51’i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmeler ile organize sanayi bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsuben ödenir. (5838 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değişen ibare) Yılı içinde mahsuben iade edilemeyen vergi izleyen yıl içinde talep edilmesi şartıyla nakden veya mükellefin yukarıda sayılan borçlarına mahsuben iade edilir. Bakanlar Kurulu, vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibarıyla, iade hakkını kısmen veya tamamen ya da amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisi ile sınırlı olmak üzere kaldırmaya; Maliye Bakanlığı, bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Bu düzenlemeye göre, 3065 sayılı Kanun’un 28. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulunca vergi oranlan indirilen teslim ve hizmetler dolayısıyla yüklenilen ve indirim yoluyla giderilemeyen KDV tutarlarının, Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen sınırı aşan kısmı, maddede belirtilen borçlara yılı içinde vergilendirme dönemleri itibarıyla mahsuben, izleyen yıl içerisinde talep edilmesi kaydıyla nakden ya da söz konusu borçlara mahsuben iade edilebileceği, indirimli orana tabi olmayan teslim ve hizmetler ile indirimli orana tabi işlemlerle ilgisi bulunmayan giderler dolayısıyla yüklenilen vergilerin iade hesabına dâhil edilmeyeceği sonucu çıkmaktadır.

26 Nisan 2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin III. Matrah, Nispet ve Oran başlıklı bölümünün B. Oran alt bölümünde yer verilen 3. İndirimli Orana Tabi İşlemlerde İade Uygulaması başlıklı düzenlemenin 3.1.3 İade Hesabına Dahil Edilebilecek Yüklenilen katma değer vergisi bölümünde “3.1.3.1 Genel Olarak” alt başlığı ile yapılan düzenlemede yer alan “Örnek 2”,

Örnek 2: 150 m2’nin altındaki bir konutun inşasına yönelik olarak yapılan harcamalar (arsa bedeli dâhil), genel yönetim giderleri (akaryakıt, büro malzemeleri, reklam, komisyon, temizlik malzemeleri ve benzeri) ve ATİK’lerden işleme isabet eden paya ilişkin olarak yüklenilen KDV, işlemin bünyesine giren vergiler kapsamında değerlendirilecektir.

150 m2’nin altındaki konut teslimlerine yönelik iade taleplerinde, konutun yapımıyla ilgili harcamalar nedeniyle yüklenilen vergiler iade hesabına dâhil edilebilecek, konutun yapımı için zorunlu olmayan harcamalar nedeniyle yüklenilen vergiler iade hesabına dâhil edilmeyecektir.

Dolayısıyla bir arada bulunan konutların ortak kullanımına ait olan sosyal ve kültürel ihtiyaçları karşılamak üzere düzenlenmiş çocuk parkı, bahçe düzenlemesi, havuz, pergole, kamelya, çim ekimi, spor alanı, alışveriş merkezi gibi alanlara ilişkin konutun yapımı için zorunlu olmayan harcamalar nedeniyle yüklenilen KDV iade hesabına dâhil edilemeyecektir.

Ancak arazinin yapısından dolayı yapılması zorunlu olan site içi çevre düzenlemeleri (istinat duvarı, perde duvarı, site çevre duvarları, site içi zemin sertleştirme ve benzeri işler) nedeniyle yüklenilen vergilerin iade hesabına dâhil edilmesi mümkündür,”

şeklinde düzenlenmiştir.

Yukarıda yer alan Kanun’un 29/2. maddesinde, 28. madde uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulunca tespit edilecek sınırı aşan verginin mahsuben ödeneceği öngörülmüştür. Madde metninden de açıkça görüleceği üzere indirimli orana tabi teslimlerle ilgili iade edilecek katma değer vergisinin söz konusu teslimle ilgili olması yeterli görülmüş, zorunlu olması şart konulmamıştır.

Dava konusu edilen “Örnek 2”de ise iade hesabına dahil edilebilecek katma değer vergisine, indirimli orana tabi teslimle ilgili olsa dahi, zorunlu değilse iade hesabına dahil edilemeyecektir. Kanunda açıkça söz konusu teslimle “ilgili” olması ölçütüne yer verilmişken, zorunlu harcama ölçütüne göre verilen örnek şeklinde düzenleme açıkça yasaya aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle, uyuşmazlıkta 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından, davacının yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne, 26 Nisan 2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin III. Matrah, Nispet ve Oran başlıklı bölümünün B. Oran alt bölümünde yer verilen 2. İndirimli Orana Tabi Bazı Mal ve Hizmetlere İlişkin Açıklamalar başlıklı düzenlemenin “2.1.3. Net alan” başlıklı kısmı ile 3. İndirimli Orana Tabi İşlemlerde İade Uygulaması başlıklı düzenlemenin 3.1.3. İade Hesabına Dahil Edilebilecek Yüklenilen katma değer vergisi bölümünde “3.1.3.1 Genel Olarak” alt başlığı ile yapılan düzenlemede yer alan “Örnek 2” şeklindeki düzenlemenin dava sonuçlanıncaya kadar teminat aranmaksızın yürütmesinin durdurulmasına, kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde Vergi Dava Daireleri Kuruluna itiraz yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi(*).

____________________________
(*)         KARŞI OY(X): 26 Nisan 2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin III. Matrak, Nispet ve Oran başlıklı bölümünün B. Oran alt bölümünde yer verilen 2. İndirimli Orana Tabi Bazı Mal ve Hizmetlere İlişkin Açıklamalar başlıklı düzenlemenin “2.1.3. Net alan” başlıklı kısmı ile 3. İndirimli Orana Tabi İşlemlerde İade Uygulaması başlıklı düzenlemenin 3.1.3. İade Hesabına Dahil Edilebilecek Yüklenilen katma değer vergisi bölümünde “3.1.3.1 Genel Olarak” alt başlığı ile yapılan düzenlemede yer alan “Örnek 2”nin iptali istemiyle açılan dava sonuçlanıncaya kadar yürütmenin durdurulması istenilmektedir.

Dava konusu edilen “2.1.3. Net alan” başlıklı kısmı hakkında 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiği sonucuna ulaşıldığından, davacının yürütmenin durdurulması isteminin kararımızda yer alan gerekçelerle kabulü gerektiği düşünülmektedir.

Davanın “Genel Uygulama Tebliği’nin 3.1.3 İade Hesabına Dahil Edilebilecek Yüklenilen katma değer vergisi bölümünde “3.1.3.1 Genel Olarak” alt başlığı ile yapılan düzenlemede yer alan “Örnek 2” kısmına gelince;

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinin 2. fıkrasında, “Bir vergilendirme döneminde indirilecek katma değer vergisi toplamı, mükellefin vergiye tabi işlemleri dolayısıyla hesaplanan katma değer vergisi toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez. Şu kadar ki, 28. madde uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulunca tespit edilecek sınırı aşan vergi, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli idareler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin % 51’i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmeler ile organize sanayi bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsuben ödenir. (5838 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değişen ibare) Yılı içinde mahsuben iade edilemeyen vergi izleyen yıl içinde talep edilmesi şartıyla nakden veya mükellefin yukarıda sayılan borçlarına mahsuben iade edilir. Bakanlar Kurulu, vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibarıyla, iade hakkını kısmen veya tamamen ya da amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisi ile sınırlı olmak üzere kaldırmaya; Maliye Bakanlığı, bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Bu düzenlemeye göre, 3065 sayılı Kanun’un 28. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulunca vergi oranları indirilen teslim ve hizmetler dolayısıyla yüklenilen ve indirim yoluyla giderilemeyen KDV tutarlarının, Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen sınırı aşan kısmı, maddede belirtilen borçlara yılı içinde vergilendirme dönemleri itibarıyla mahsuben, izleyen yıl içerisinde talep edilmesi kaydıyla nakden ya da söz konusu borçlara mahsuben iade edilebileceği, indirimli orana tabi olmayan teslim ve hizmetler ile indirimli orana tabi işlemlerle ilgisi bulunmayan giderler dolayısıyla yüklenilen vergilerin iade hesabına dâhil edilmeyeceği sonucu çıkmaktadır.

26 Nisan 2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin III. Matrah, Nispet ve Oran başlıklı bölümünün B. Oran alt bölümünde yer verilen 3. İndirimli Orana Tabi İşlemlerde İade Uygulaması başlıklı düzenlemenin 3.1.3. İade Hesabına Dahil Edilebilecek Yüklenilen katma değer vergisi bölümünde “3.1.3.1. Genel Olarak” alt başlığı ile yapılan düzenlemede yer alan “Örnek 2”

Örnek 2: 150 m2’nin altındaki bir konutun inşasına yönelik olarak yapılan harcamalar (arsa bedeli dâhil), genel yönetim giderleri (akaryakıt, büro malzemeleri, reklam, komisyon, temizlik malzemeleri ve benzeri) ve ATİK’lerden işleme isabet eden paya ilişkin olarak yüklenilen KDV, işlemin bünyesine giren vergiler kapsamında değerlendirilecektir.

150 m2’nin altındaki konut teslimlerine yönelik iade taleplerinde, konutun yapımıyla ilgili harcamalar nedeniyle yüklenilen vergiler iade hesabına dâhil edilebilecek, konutun yapımı için zorunlu olmayan harcamalar nedeniyle yüklenilen vergiler iade hesabına dâhil edilmeyecektir.

Dolayısıyla bir arada bulunan konutların ortak kullanımına ait olan sosyal ve kültürel ihtiyaçları karşılamak üzere düzenlenmiş çocuk parkı, bahçe düzenlemesi, havuz, pergole, kamelya, çim ekimi, spor alanı, alışveriş merkezi gibi alanlara ilişkin konutun yapımı için zorunlu olmayan harcamalar nedeniyle yüklenilen KDV iade hesabına dâhil edilemeyecektir.

Ancak arazinin yapısından dolayı yapılması zorunlu olan site içi çevre düzenlemeleri (istinat duvarı, perde duvarı, site çevre duvarları, site içi zemin sertleştirme ve benzeri işler) nedeniyle yüklenilen vergilerin iade hesabına dâhil edilmesi mümkündür.”

şeklinde düzenlenmiştir.

Yukarıda yer alan Kanun’un 29/2. maddesinde, 28. madde uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulunca tespit edilecek sınırı aşan verginin mahsuben ödeneceği öngörülmüştür.

Bu kapsamda Tebliğin bu hususa ilişkin olarak verdiği örnekle, konutun yapımı için zorunlu olmayan harcamalar nedeniyle yüklenilen katma değer vergisinin iade hesabına dahil edilmeyip, arazinin yapısından dolayı yapılması zorunlu olan site içi çevre düzenlemeleri nedeniyle yüklenilen vergilerin iade hesabına dâhil edilmesi mümkün olduğu belirtilmiştir.

Net alanı 150 m2’ye kadar olan konutun yapımı için zorunlu olmayan harcamaları nedeniyle yüklenilen katma değer vergisinin iade hesabına dahil edilmesi söz konusu konut teslimlerini indirimli orana tabi tutulmasındaki amaca ters düşmektedir. Aksine bir düşünce net alanı 150 m2’ye kadar olan konutla ilgili alışveriş merkezi gibi alanlara ilişkin harcamalarında iade hesabına dahil edilmesi sonucunu doğurur ki indirimli orana tabi teslimlerin belirlenmesindeki maksat aşılmış olur. Bu bakımdan dava konusu düzenlemede yasaya aykırılık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, uyuşmazlık konusu “Örnek 2” için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği anlaşıldığından, yürütmenin durdurulmasına ilişkin isteğin reddi gerektiği düşüncesiyle karara karşıyım.