AYM bu kararı ile vergilemede “ölçülülük ilkesi” ve “orantılılık” ilkesi çerçevesinde Danıştay’ın kararının adil olduğu sonucuna varmıştır. Somut olayda vergileme “orantılılık” ilkesine uygun bulunmuştur. Böylece böyle vergilendirmede ölçülülük dikkate alınması gereken bir unsur haline gelmiştir.
Ancak somut olayla ilgili yukarıda gösterdiğimiz kronolojiye baktığımızda VUK’nun 114. maddesinin 2. fıkrası ile ilgili iptal kararı ve sonrasında yasa koyucunun kalıcı ve geçici düzenlemelerin vergide eşitlik ve adalet ilkelerine uymadığı kanaatindeyiz. Çünkü dava sürecinin uzun ve geçici maddenin süresinin (1.8.2010 – 31.12.2012), kalıcı maddeden (1 yıl ile sınırlanmış) uzun olması bu adaletsizliğin sebebi olduğu kanaatindeyiz.
Kaldı ki, “Vergi inceleme raporu” tarihi 10.11.2006 ile 31.12.2006 tarihi arasındaki sürede vergi inceleme raporu ile vergi tarhiyatı yapabilirdi. 2001 takvim yılı için tarh işleminin durma tarihi 31 Aralık 2006 tarihi ile geçiş maddesi zamanaşımı süresi olan 31.12.2012 arasında geçen sürenin 6 yıl daha uzamasını nasıl adil bulabiliriz? Bulamıyoruz. Özellikle enflasyondan daha yüksek gecikme faizi uygulanan Ülkemizde takdire sevk ile tarhiyat arasında geçen sürenin uzun olması bu yükü daha da artırıyor.
Diğer taraftan “zamanaşımını durdurmak amacıyla takdir komisyonuna sevk” kanun koyucunun iradesini aşmaktadır. Çünkü söz konusu takdire sevk işleminin amacı tamamen zamanaşımını durdurarak zaman kazanmak ve bu işlemi de takdir komisyonunun inceleme yetkisinin kullanmadan “vergi denetimi yapmaya yetkili olanlar tarafından” yapılan hesaplamalara dayalı olarak yapılması değildir. Uygulamada takdir komisyonları “vergi denetimine yetkili olanlar” tarafından yapılan tespitlere istinaden, diğer bir deyişle “inceleme yetkilerini kullanmadan” kendilerine sunulan tespitlere istinaden karar vermektedirler.
Sorumlu Vergicilik Bakışıyla, 31 Aralık 2006 tarihinde zamanaşımına uğrayacak bir vergilendirme işleminin, VUK’nun geçici 28. maddesi düzenlemesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında belirtilen “kamu veya genel yarar ile kişi yararı arasındaki dengeyi bozduğu” kanaatindeyiz. Dolayısıyla somut olayla ilgili kararın Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye (“Sözleşme”) ekli 1 No lu Ek Protokol’ün 1 inci maddesi ihlal edilerek başvurucuya “aşırı yük yüklendiği ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği” ve “orantılılık ilkesine” uygun olmadığı kanaatindeyiz.