Birden fazla alım satım işlemi ticari faaliyet oluşturur mu?(Danıştay Dördüncü Dairesinin 10.06.2015 tarih ve E:2014/9117 K:2015/3175 sayılı kararı)
Alım ve satım bulunması durumunda böyle bir faaliyetin hangi şartlar altında ticari faaliyet olarak değerlendirilmesi gerektiği hususunda Vergi Usul Kanunu’nda bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak bir faaliyetin ticari faaliyet olabilmesi için, hem alım satımlarda devamlılık ve süreklilik bulunması hem de kazanç elde etme amacıyla yapılmış olması zorunludur. Bu husus ise şüphesiz ilgili dönemlerde yapılan alım satımların sayısal çokluğuna da bakılarak karar verilecek bir husustur. Aksi takdirde bu şartları taşımayan bir faaliyeti ticari faaliyet olarak kabul etmek hayatın olağan akışı ile ticari icaplara da uygun düşmez.
Davacının 2011, 2012 ve 2013 yıllarında birer adet olmak üzere toplam üç adet araç alım satımı yaptığının tespit edilmesi üzerine adına mükellefiyet tesis edilmiştir. Ancak araç alım satımlarının değişik yıllara yayıldığı ve her yıl bir adet aldığı göz önüne alındığında ticari faaliyetin varlığının en önemli unsuru olan devamlılık ve süreklilik koşulunun gerçekleştiğini kabul etmek mümkün değildir.
Öte yandan, dava konusu edilen işlemin dayanağını oluşturan ve davacı nezdinde düzenlenerek davacıya imzalatılan yoklama tutanağında her ne kadar araçların kar amacı güdülerek alınıp satildığı ifadesi tutanağa geçirilmiş ise de; işleme dayanak teşkil eden tutanak yukarıda değinilen 213 sayılı Kanun’un 131’inci maddesinde belirtilen özellikleri taşıyacak şekilde ve yoklama yapılan konu hakkında hiç bir tereddüte yer vermeyecek somut tespitleri içerecek nitelikte düzenlenmediği; tutanakta araçların kar amacı güdülerek alınıp satıldığı belirtilmesine rağmen alış satış bedelleri hakkında bilgi alınamadığının da belirtildiği, dolayısıyla araç alış satışlarından kar elde edildiği ve kar amacı güdüldüğü ortaya koyulmadığı gibi kar amacı güdüldüğü ifadesini destekler mahiyette noter satış sözleşmesi ya da benzer bir sözleşmenin de tutanağa eklenmediği görülmektedir.
Dolayısıyla vergilendirmede ya da vergilendirmeye esas teşkil edecek işlemlerin tesisinde gerçek durumu esas alan 213 sayılı Kanun’un 3. maddesi ve bu hususla ilgili somut tespitleri içeren olay ve olguların yansıtıldığı tutanakların ya da yoklama fişlerinin nasıl düzenlenmesi gerektiğini düzenleyen aynı Kanun’un 131. maddesi karşısında, davacı nezdinde düzenlenmiş olsa da tutanak, düzenlediği hususa ilişkin olarak tereddüte yer vermeyecek somut delil ve tespitleri içermediğinden dava konusu işleme dayanak alınamaz.
Bu durumda ticari faaliyet bulunduğu tespit edilmeksizin tesis edilen işlemde ve işleme karşı açılan davayı reddeden mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Mükellefiyeti sona eren adi ortaklığın indiremediği katma değer vergisi ortaklarınca gider kaydedilebilir mi?
(Danıştay Dördüncü Dairesinin 15.06.2015 tarih ve E:2014/8443 K:2015/3323 sayılı kararı)
Hissedarı olunan ve mükellefiyeti sona eren adi ortaklığın indirim yoluyla gideremediği katma değer vergileri, ortaklarca gider olarak dikkate alınamaz.
2. Damga Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanunu
Taşınmaz satış vaadi sözleşmesinde yer alan bedel taşınmazın emlak vergisi rayiç değerinden düşükse, damga vergisi matrahı hangisidir?
(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 07.04.2015 tarih ve E:2013/695 K:2015/2176 sayılı kararı)
Damga Vergisi Kanunu’nun 10. maddesinde; “Nispi vergide, kâğıtların nevi ve mahiyetlerine göre, bu kâğıtlarda yazık belli para, maktu vergide kâğıtların mahiyetlerinin esas olduğu, belli para teriminin, kâğıtların ihtiva ettiği veya bunlarda yazık rakamların hâsıl edeceği parayı ifade ettiği belirtilmiştir.
Olayda davacı şirket tarafından 1.000.000 TL değer gösterilerek düzenleme şeklinde kat karşılığı inşaat satış vaadi ve işletme sözleşmesi ile 50.000 TL değer gösterilerek gayrimenkul satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin imzalandığı, sonrasında adalet müfettişlerince sözleşmelerdeki değerlerin düşük gösterildiği gerçek değerlerin emlak vergisi rayiç değerleri dikkate alınarak hesaplanması gerektiğinin tespiti üzerine aradaki fark damga vergisi ve harçların davacıdan tahsil edildiği görülmekteyse de; damga vergisi açısından bir kâğıdın içinde belli bir paranın miktar olarak açıkça belirtilmesi durumunda bu kâğıdın nispi vergiye tabi olacağı, bu kâğıtlarda gösterilen para miktarlarının verginin matrahı olacağı hususları açıkça düzenlendiğinden sözleşmelerde yazılı olan değerler üzerinden vergilendirme yapılması gerekirken sözleşmede yer almayan emlak vergisi rayiç değerlerinin damga vergisinin matrahı olarak dikkate alınmasında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Harçlar Kanunu’nun 41. maddesinde de; noter harçlarının 2 Sayılı Tarifede yazılı işlemlerden değer veya ağırlık ölçüsüne göre nispi, işlemin nevi ve mahiyetine göre maktu esas üzerinden alınacağı belirtilmiş olup; 2 Sayılı Tarifenin 1. maddesinde de dava konusu sözleşmelerde olduğu gibi muayyen bir meblağı ihtiva eden sözleşmeler için hesaplanacak nispi harçlara ait değerler belirtilmiştir.
Davacının imzaladığı sözleşmelerden alınacak damga vergisi ve noter harçları hesaplanırken esas alınması gereken değerin emlak vergisi değeri olduğuna dair Damga Vergisi Kanunu ile Harçlar Kanunu’nun ilgili maddelerinde herhangi bir yasal düzenleme bulunmadığından, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulacağına dair Anayasa hükmüne açıkça aykırılık teşkil eden dava konusu vergilendirme işlemlerinde yasal isabet bulunmamaktadır.
Davacıdan eksik alındığı ileri sürülerek vergi dairesine yatırılan damga vergisi ile noter harçlarım iadesine hükmedilmesi durumunda yargı kararıyla davacıya iadesi gereken bir tahsilat durumu ortaya çıkacaktır. İadesi gereken tutar yönünden vergi iadesi ile davacı arasındaki ilişki, “iadenin yargı kararlarıyla hüküm altına alınması nedeniyle yönetilen-idare ilişkisi olmaktan çıkarak, bir borç ilişkisine dönüşmüştür. Dolayısıyla bu ilişkinin borçlusu tarafından alacaklısına, paranın tasarrufundan yoksun kalınan süre için; Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu’na göre faiz ödenmesi gereken hallerde hangi oranda faiz ödeneceğini düzenleyen, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümlerine göre, davacıya ödeme tarihinden itibaren faiz ödenmesi gerekmektedir.