How to establish a company in Turkey/Cpa Turkey

<!–

–>

How to establish a company in Turkey

 info@ozmconsultancy.com
I admire people establishing companies in other countries and conducting cross-border trade. Without them, we would have missed out on most of the pleasures coming in from other parts of the world. For those who would like to set up a company in Turkey, I would like to provide some brief information.
 

The main company types in Turkey are limited companies and joint stock companies. A simple company is also use for joint ventures and consortiums under Turkish company law practice. Academically speaking, commandite and collective companies also exist but I have never come across any in my 20 years of legal practice. Holding companies are subjected to some special regulations and they are in the form of joint stock companies.

If a foreign investor is unwilling to set up company, then there is the option of establishing a liaison office — also called a representative office under Turkish legal practice — or a branch office in Turkey.

The first and biggest question in Turkish company law is, “Can foreigners or companies establish a 100 percent foreign shareholding Turkish company?” The answer to this question is a big “YES.” A foreigner can incorporate a company and own it as a full 100 percent shareholder.

Regulated sectors such as banks, private financial institutions, insurance, financial leasing, factoring, holdings, foreign currency exchange offices, public warehousing and the founders and operators of free trade zones and companies are subjected to the Capital Markets Law and must register with the ministry of commerce and industry. There are industry specific regulations for some sectors and this must be considered when establishing a company in Turkey.

Setting up a company in Turkey

To sum up in a very simple way: The major steps to establishing a company are to prepare and notarize the articles of association, deposit 0.04 percent of the capital with the central bank and register the company at the Trade Registry Office and the Chamber of Commerce. Thereafter, the articles of association are published in the Trade Registry Gazette. Once established, the company must be registered with a tax office and will receive its tax certificate, which must be clearly displayed at the place of business. A tax inspector will make a visit to verify this and the place of business within a few days of incorporation.

The Registry Office also notifies the Ministry of Labor and Social Security of the incorporation and both the company and its employees must be registered with that administration. The company’s registered address is stated in the articles of association and any changes must be registered. The legal books of the company — the journal, ledger, case book and inventory — must be certified by a notary on the day the company is registered.

Do not forget to prepare a rental agreement as well as a contract with a local accountant in Turkey for bookkeeping and payroll services. Drafting the articles of association is key to a company’s incorporation and the scope of the company is the heart of the articles of association, which is the constitution of the company.

Please also pay attention to preparing the signing powers for company directors. Please note that a company in Turkey can be managed by foreign directors. There is no requirement to have a Turkish director, but having a local director at least during the establishment process will help you accelerate the process.

Üyemizin Özeti Dava konusu edilen apartman girişi ve merdivenler, anataşınmazın ortak yerlerindendir ve kat malikleri anataşınmazın bütün ortak yerlerine arsa payları oranında ortak mülkiyet hükümlerine göre maliktirler. Ortak mülkiyete tâbi bir yeri, paydaşlardan birisinin kendi kullanımına özgülemesi durumunda; diğer paydaşların ecrimisil isteyebilmesi için; öncelikle, kullanan paydaşı, bu ortak yeri kullanmaktan, yöntemince men etmiş olmaları gerekir. Somut olayda intifadan men koşulu kanıtlanamamıştır ve merdiven ve apartman girişi, özel amaca tahsisli ortak yer olmakla niteliği gereği ekonomik bir yarar sağlamaz; bu hususlar gözetilmeden ecrimisile hükmedilmesi doğru görülmemiştir. Üyemizin Özeti Dava konusu edilen apartman girişi ve merdivenler, anataşınmazın ortak yerlerindendir ve kat malikleri anataşınmazın bütün ortak yerlerine arsa payları oranında ortak mülkiyet hükümlerine göre maliktirler. Ortak mülkiyete tâbi bir yeri, paydaşlardan birisinin kendi kullanımına özgülemesi durumunda; diğer paydaşların ecrimisil isteyebilmesi için; öncelikle, kullanan paydaşı, bu ortak yeri kullanmaktan, yöntemince men etmiş olmaları gerekir. Somut olayda intifadan men koşulu kanıtlanamamıştır ve merdiven ve apartman girişi, özel amaca tahsisli ortak yer olmakla niteliği gereği ekonomik bir yarar sağlamaz; bu hususlar gözetilmeden ecrimisile hükmedilmesi doğru görülmemiştir.

MADDE 57 – 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.”

MADDE 57 – 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.”

MADDE 32 – 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 17 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir. “z) 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 5/B maddesi kapsamındaki araştırma ve geliştirme, yenilik ile yazılım faaliyetleri neticesinde ortaya çıkan patentli veya faydalı model belgeli buluşa ilişkin gayri maddi hakların kiralanması, devri veya satışı (Bu kapsamda vergiden istisna edilen işlemler bakımından bu Kanunun 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uygulanmaz.).”

MADDE 32 – 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 17 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
“z) 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 5/B maddesi kapsamındaki araştırma ve geliştirme, yenilik ile yazılım faaliyetleri neticesinde ortaya çıkan patentli veya faydalı model belgeli buluşa ilişkin gayri maddi hakların kiralanması, devri veya satışı (Bu kapsamda vergiden istisna edilen işlemler bakımından bu Kanunun 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uygulanmaz.).”

MADDE 15 – 2828 sayılı Kanunun 16 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Ev tipi sosyal hizmet birimleri, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrası hükmü kapsamındadır.”

MADDE 15 – 2828 sayılı Kanunun 16 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Ev tipi sosyal hizmet birimleri, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrası hükmü kapsamındadır.”

MADDE 8 – 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “6. Vergi güvenliğini sağlamak amacıyla niteliklerini belirleyip onayladığı elektrikli, elektronik, manyetik ve benzeri cihazlar ve sistemleri kullandırmaya, bu cihaz ve sistemler vasıtasıyla bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin kullanılmasına ilişkin zorunluluk getirmeye, mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin verilmesinde, mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu zorunluluğun aranılmayacağına, bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin basımı, dağıtımı ile sistemin kurulması ve işletilmesi hizmetlerinin, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa tabi olmaksızın, süresi 5 yılı geçmemek üzere ve 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu (5 inci maddesinin beşinci fıkrası hariç) hükümleri çerçevesinde; yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişiler tarafından yerine getirilmesine, bu hizmetlerde ve yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişilerde bulunması gereken özellikleri, yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişilerin faaliyetlerinin yönlendirilmesi, izlenmesi, denetlenmesi, yetkilendirmenin sonlandırılması ve bunların uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye,”

MADDE 8 – 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“6. Vergi güvenliğini sağlamak amacıyla niteliklerini belirleyip onayladığı elektrikli, elektronik, manyetik ve benzeri cihazlar ve sistemleri kullandırmaya, bu cihaz ve sistemler vasıtasıyla bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin kullanılmasına ilişkin zorunluluk getirmeye, mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin verilmesinde, mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu zorunluluğun aranılmayacağına, bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin basımı, dağıtımı ile sistemin kurulması ve işletilmesi hizmetlerinin, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa tabi olmaksızın, süresi 5 yılı geçmemek üzere ve 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu (5 inci maddesinin beşinci fıkrası hariç) hükümleri çerçevesinde; yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişiler tarafından yerine getirilmesine, bu hizmetlerde ve yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişilerde bulunması gereken özellikleri, yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişilerin faaliyetlerinin yönlendirilmesi, izlenmesi, denetlenmesi, yetkilendirmenin sonlandırılması ve bunların uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye,”

6518 sayılı kanun( internet düzenlemesi -torba kanun)

MADDE 7 – 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
“14. 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanuna göre kurulan korumalı işyerlerinde istihdam edilen ve iş gücü piyasasına kazandırılmaları güç olan zihinsel veya ruhsal engelli çalışanlar için diğer kişi ve kurumlarca karşılanan tutar dâhil yapılan ücret ödemelerinin yıllık brüt tutarının yüzde 100’ü oranında korumalı işyeri indirimi (İndirim, her bir engelli çalışan için azami beş yıl süre ile uygulanır ve yıllık olarak indirilecek tutar, her bir engelli çalışan için asgari ücretin yıllık brüt tutarının yüzde 150’sini aşamaz.). Bu bentte yer alan oranı, engellilik derecelerine göre yüzde 150’ye kadar artırmaya veya tekrar kanuni oranına indirmeye Bakanlar Kurulu; bendin uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görüşünü alarak Maliye Bakanlığı yetkilidir.”

6518 sayılı torba kanun( internet yasası)

MADDE 3 – 13/7/1956 tarihli ve 6802 sayılı Gider Vergileri Kanununun 39 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “(ön ödemeli kart satışları dâhil)” ibaresi “(ön ödemeli hatlara yüklemeler için yapılan satışlar dâhil)” şeklinde, aynı maddenin ikinci ve yedinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Birinci fıkranın (a), (b), (c) ve (d) bentlerinde yer alan hizmetlerin birlikte veya birbiriyle bağlantılı olarak verilmesi ile ön ödemeli hat kullanıcıları tarafından yapılan yüklemelerin farklı oranlara tabi hizmetlerde kullanılması hâlinde, her hizmet tabi olduğu oran üzerinden vergilendirilir.”
“Birinci fıkradaki % 25 ve % 15 oranlarını ayrı ayrı veya birlikte % 5’e, % 5 oranını ise sıfıra kadar indirmeye ve bu oranları kanuni oranlarına kadar artırmaya Bakanlar Kurulu, vergiye ilişkin usul ve esasları belirlemeye, ön ödemeli hatlara yapılan yüklemelerin farklı oranlara tabi hizmetlerde kullanılması hâlinde fazla tahsil edilen vergiyi kullanıcıya ödenmesi koşuluyla mükellefe iade ettirmeye, verilmesi gereken beyannamelerin şekil, içerik ve eklerini belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.”

Kira gelirlerinde istisna kalktı-2014

Maliye Bakanlığından:

GELİR VERGİSİ GENEL TEBLİĞİ

(SERİ NO: 286)

31/5/2012 tarihli ve 6322 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun1 5 inci maddesi ile; 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun2 21 inci maddesinde değişiklik yapılmış olup, bu değişikliğe ilişkin açıklamalar bu Tebliğin konusunu oluşturmaktadır.

1. Yasal düzenleme

6322 sayılı Kanunun 5 inci maddesi ile Gelir Vergisi Kanununun 21 inci maddesinin ikinci fıkrası 1/1/2013 tarihinden sonra elde edilen hasılatlara uygulanmak üzere, aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

‘‘Ticari, zirai veya mesleki kazancını yıllık beyanname ile bildirmek mecburiyetinde olanlar ile istisna haddinin üzerinde hasılat elde edenlerden, beyanı gerekip gerekmediğine bakılmaksızın ayrı ayrı veya birlikte elde ettiği ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratlarının gayri safi tutarları toplamı 103 üncü maddede yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için yer alan tutarı aşanlar bu istisnadan faydalanamazlar.’’

Ayrıca, Gelir Vergisi Kanununun 86/1-a maddesinde, “kazanç ve iratların istisna hadleri içinde kalan kısmı” için yıllık beyanname verilmeyeceği, diğer gelirler için beyanname verilmesi halinde bu gelirlerin beyannameye dahil edilmeyeceği belirtilmiştir.

2. İstisnanın uygulanması

Gelir Vergisi Kanununun 21 inci maddesine göre, binaların mesken olarak kiraya verilmesinden bir takvim yılında elde edilen hasılatın belli bir kısmının gelir vergisinden istisna olduğu hüküm altına alınmış olup, söz konusu istisnanın uygulanması da belli şartlara bağlanmıştır.

Buna göre, istisna haddi üzerinde hasılat elde edilip beyan edilmemesi veya eksik beyan edilmesi durumunda bu istisnadan yararlanılamayacaktır. Mükellefler, idarece herhangi bir tespit yapılmadan önce, süresinde beyan etmedikleri veya süresinde verdikleri beyannamede yer almayan mesken kira gelirlerini, pişmanlık ve ıslah hükümleri dahil olmak üzere kendiliklerinden süresinden sonra verecekleri beyanname ile beyan etmeleri halinde de söz konusu istisnadan yararlanabileceklerdir.

2.1. Ticari, zirai veya mesleki kazancını yıllık beyanname ile bildirmek zorunda olanlar için istisna uygulaması

Ticari, zirai veya mesleki kazancını yıllık beyannameyle bildirmek zorunda olanlar söz konusu istisnadan yararlanamayacaklardır.

2.2. Ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve irat elde edenler için istisna uygulaması

Gelir Vergisi Kanununun mezkûr maddesinde 6322 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, istisna haddinin üzerinde hasılat elde edenlerden, anılan Kanunun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için yer alan tutarın (2013 yılı gelirlerinin vergilendirilmesinde esas alınmak üzere 94.000 TL) üzerinde ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve irat elde edenler söz konusu istisnadan yararlanamayacaklardır.

Mesken kira gelirine istisna uygulanıp uygulanmayacağına yönelik tutarın tespitinde ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratların, ayrı ayrı veya birlikte elde edilmesine bakılmaksızın, elde edilen kazanç ve iratların brüt tutarlarının toplamı dikkate alınacaktır. Söz konusu tutarın tespitinde, sayılan bu kazanç ve iratların beyan edilip edilmemesinin ya da bu kazanç ve iratlara herhangi bir istisna uygulanıp uygulanmamasının önemi bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, istisna haddinin altında elde edilen mesken kira gelirleri, ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratları toplamının anılan Kanunun 103 üncü maddesinde yer alan tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı aşıp aşmadığına bakılmaksızın yıllık gelir vergisi beyannamesine dahil edilmeyecektir. Söz konusu istisna tutarı, 284 seri nolu Gelir Vergisi Genel Tebliği3 ile 2013 takvim yılında elde edilen kira gelirlerine uygulanmak üzere 3.200 TL olarak tespit edilmiştir.

Mesken kira gelirinin yanında ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve irat elde edenlerin, mesken kira geliri istisnasından yararlanıp yaralanamayacağına ilişkin örneklere aşağıda yer verilmiş olup, örneklerde verilen gelirler brüt tutarları ile dikkate alınmıştır.

Örnek 1- Bay (A), 2013 yılında, konut olarak kiraya verdiği dairesinden 5.000 TL kira geliri ile birlikte tamamı tevkif yoluyla vergilendirilmiş 40.000 TL işyeri kira geliri ve 40.000 TL mevduat faizi elde etmiştir.

Bay (A)’nın elde ettiği kira gelirine istisna uygulanıp uygulanmayacağı, 2013 yılında elde edilen kira gelirinin istisna haddi üzerinde olması şartıyla, beyan edilip edilmeyeceklerine bakılmaksızın ayrı ayrı veya birlikte mükellefin elde etmiş olduğu varsa ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratlarının gayrisafi tutarları toplamının Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı aşıp aşmadığına bakılarak tespit olunacaktır.

Buna göre, Bay (A)’nın 2013 yılı içerisinde elde ettiği 5.000 TL’lik mesken kira gelirinin istisna haddi üzerinde olması nedeniyle, istisnadan yararlanılıp yararlanılamayacağının tespitinde bu tutar da hesaplamaya katılacak olup, elde edilen tüm gelir (kazanç ve iratlar) toplamının da 94.000 TL’yi aşması durumunda istisnadan yararlanılması söz konusu olmayacaktır.

Dolayısıyla, 2013 yılı içerisinde elde ettiği gelir toplamı (40.000 + 40.000 + 5.000 =) 85.000 TL, 2013 yılı bakımından Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı (94.000 TL) aşmadığından Bay (A)’nın elde ettiği kira geliri için istisna uygulanacaktır.

Örnek 2- Bayan (B), 2013 yılında konut olarak kiraya verdiği dairesinden 95.000 TL kira geliri elde etmiştir.

Bayan (B)’nin elde ettiği konut kira geliri (95.000 TL), 2013 yılı bakımından Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı (94.000 TL) aştığından elde edilen kira geliri için istisna uygulanmayacaktır.

Örnek 3- Bay (C), 2013 yılında, konut olarak kiraya verdiği dairesinden 4.000 TL kira geliri, tamamı tevkif yoluyla vergilendirilmiş 16.000 TL işyeri kira geliri ve 75.000 TL ücret geliri elde etmiştir.

Elde edilen gelir toplamının (4.000 + 16.000 + 75.000 =) 95.000 TL, 2013 yılı bakımından Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı (94.000 TL) aşması nedeniyle, 4.000 TL’lik konut kira geliri bakımından istisna uygulanması söz konusu olmayacaktır.

Örnek 4- Bay (D), 2013 yılında, konut olarak kiraya verdiği dairesinden 3.000 TL kira geliri, tamamı tevkif yoluyla vergilendirilmiş 15.000 TL mevduat faiz geliri ve 72.000 TL ücret geliri elde etmiştir.

Bay (D)’nin elde etmiş olduğu kira geliri 2013 yılı bakımından öngörülen 3.200 TL’lik istisna haddinin altında kaldığından, bu gelirin istisnaya konu edilip edilmeyeceğinin tespiti bakımından mükellefin elde etmiş olduğu menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ve ücret geliri toplamının Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yer alan tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı aşıp aşmadığına ayrıca bakılmayacaktır. Dolayısıyla Bay (D), elde etmiş olduğu söz konusu mesken kira geliri istisna tutarının altında kaldığından, bu gelir için beyanname vermeyecektir.

Örnek 5- Bayan (E), 2013 yılında, konut olarak kiraya verdiği dairesinden 2.500 TL kira geliri, tamamı tevkif yoluyla vergilendirilmiş 20.000 TL iş yeri kira geliri, birinci işverenden 45.000 TL, ikinci işverenden ise 30.000 TL ücret geliri elde etmiştir.

Bayan (E)’nin elde etmiş olduğu konut kira geliri 2013 yılı bakımından öngörülen 3.200 TL’lik istisna haddinin altında kaldığından, bu kira geliri yıllık gelir vergisi beyannamesine dahil edilmeyecektir.

Örnek 6- Bay (F), 2013 yılında, konut olarak kiraya verdiği dairesinden 5.000 TL kira geliri, ortağı olduğu anonim şirketten tamamı tevkif yoluyla vergilendirilmiş 100.000 TL kâr payı elde etmiştir.

Her ne kadar anonim şirketlerden elde edilen kâr payının yarısı Gelir Vergisi Kanununun 22 nci maddesine göre gelir vergisinden istisna olsa da bu tutarın tamamı mesken kira gelirine istisna uygulanıp uygulanmayacağına yönelik kıyaslamaya esas tutarın tespitinde dikkate alınacaktır. Buna göre elde edilen gelir toplamının, (100.000+5.000 =) 105.000 TL, 2013 yılı bakımından Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı (94.000 TL) aşması nedeniyle, 5.000 TL’lik konut kira geliri bakımından istisna uygulanması söz konusu olmayacaktır.

Örnek 7- Bayan (G), 2013 yılında, konut olarak kiraya verdiği dairesinden 5.000 TL kira geliri, birinci işverenden 20.000 TL, ikinci işverenden ise 15.000 TL ücret geliri ve gayrimenkul satışından kaynaklı 60.000 TL değer artış kazancı elde etmiştir.

Her ne kadar 2013 yılı bakımından gayrimenkul satışından elde edilen değer artış kazancının 9.400 TL’si Gelir Vergisi Kanununun mükerrer 80 inci maddesine göre gelir vergisinden istisna olsa da, mesken kira gelirine istisna uygulanıp uygulanmayacağına yönelik kıyaslamaya esas tutarın tespitinde istisna düşülmeden önceki tutarın tamamı dikkate alınacaktır. Buna göre elde edilen gelir toplamının, (5.000 + 20.000 + 15.000 + 60.000 =) 100.000 TL, 2013 yılı bakımından Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı (94.000 TL) aşması nedeniyle, 5.000 TL’lik konut kira geliri bakımından istisna uygulanması söz konusu olmayacaktır.

Örnek 8- Kamu kurumunda aylık brüt 4.490 TL maaşla çalışan Bay (H), 1/7/2013 tarihinde emekli olup, 60.140 TL emekli ikramiyesi almış ve kendisine 2.700 TL emekli aylığı bağlanmıştır. Ayrıca 2013 yılında, konut olarak kiraya verdiği dairesinden 7.500 TL kira geliri elde etmiştir.

Bay (H)’nın elde ettiği kira gelirine istisna uygulanıp uygulanmayacağı, 2013 yılında elde edilen kira gelirinin istisna haddi üzerinde olması şartıyla, beyan edilip edilmeyeceklerine bakılmaksızın ayrı ayrı veya birlikte mükellefin elde etmiş olduğu varsa ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratlarının gayrisafi tutarları toplamının Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı aşıp aşmadığına bakılarak tespit olunacaktır.

Bay (H)’nın 2013 yılı içerisinde elde ettiği 7.500 TL’lik mesken kira gelirinin istisna haddi üzerinde olması nedeniyle, istisnadan yararlanılıp yararlanılamayacağının tespitinde bu tutar da hesaplamaya katılacak olup, elde edilen tüm gelir (kazanç ve iratlar) toplamının da 94.000 TL’yi aşması durumunda istisnadan yararlanılması söz konusu olmayacaktır.

Buna göre, 2013 yılı içerisinde elde ettiği gelir toplamı [(6 x 4.490) + 60.140 + (6 x 2.700) + 7.500 =] 110.780 TL, 2013 yılı bakımından Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için belirlenen tutarı (94.000 TL) aşması nedeniyle, 7.500 TL’lik konut kira geliri bakımından istisna uygulanması söz konusu olmayacaktır.

Tebliğ olunur.

——————————

1 15/6/2012 tarih ve 28324 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

2 6/1/1961 tarih ve 10700 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

3 31/12/2012 tarih ve 28514 (4. mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

Turkey: How To Establish A Company In Turkey?

Turkey: How To Establish A Company In Turkey?
info@ozmconsultancy.com (please send mail for your questions)

Establishment of a company is one of the first steps of penetration into a foreign market. The frequently asked questions by foreign investors is how to establish a company and which company type would be most recommended for the investors. There is no question that this will vary from sector to sector and from one investment volume to another but it is still crucial to know the basics of company establishment procedures to better navigate in a foreign investment climate.

Company establishment facilitated within the Turkish Commercial Code

From the investors’ side, the company establishment processes may be regarded as a long process with a strict bureaucracy. Especially foreign investors may be in the opinion that they would be subject to a different process than domestic investors. The repealed laws have differed between domestic and foreign investors, especially the minimum company capital for foreign investors varied from the minimum capital which the domestic investors had to pay. As from entering of the recent Foreign Direct Investmets Law in force in 2003, such differences in incorporation between foreign and domestic investors have been removed. Accordingly, both investors will be subject to the similar conditions in company establishment in Turkey. Moreover, the New Turkish Commercial Code that has entered into force in 2012 has facilitated procedures during and after the company establishment in accordance with the harmonisation with the EU-Directives. Enablement of the establishment of a single-shareholder company and abolition of ultra vires principle may be regarded as most essential reforms that have been regulated by the New Turkish Commercial Code.

Facilities for shareholders or directors abroad

As mentioned above, the Turkish Commercial Code provides facilities also after the establishment of a company. For taking and implementation of company resolutions, the meeting of shareholders and board of directors is a requirement. The New Turkish Commercial Code has enabled the shareholders and board of directors’ meeting electronically under the conditions stated in the Commercial Code. Due to this facility, a board of directors’ member or a shareholder will be able to participate these meetings even if they are abroad. Consequently, the company resolutions will be passed more accelerated.

Company types in the Turkish Commercial Code

Types of companies that have been regulated by the Commercial Code are partnerships and capital companies. The company type to establish may vary depending on the sector in which the company intends to operate and on the investment’s amount. However, both limited liability companies and joint stock companies have advantages and disadvantages.

In several sectors such as banking and insurance, the establishment of a certain company type is a requirement for operating in these sectors. Accordingly, it is very important to determine the right sector and the requirements of this sector. The establishment amounts may also vary depending on the company type.

Kooperatif ortağı yönetime dava açabilir mi?

Yargıtay`ın, kooperatif üyesinin şahsi zararları bakımından, doğrudan, kusurlu yönetim kurulu üyelerine dava açmasının mümkün olduğunu belirten kararlarından bazıları şöyledir;

– “… davacılar vekili müvekkillerinin kooperatif ortağı sıfatıyla uğradıkları zararı, bu zarara kooperatif genel kurulu kararını uygulamamak suretiyle yönetim kurulu üyelerinin sebep ve sorumlu olduklarını ileri sürerek, onlardan şahsen tahsilini istemiş bulunmaktadır. ..Yöneticilerin şahsına karşı açılan bu davanın yürütülerek hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekir” (Y. 11. HD., 13.09.1983, E. 3623, K. 371)26.

– ” Ortağın usule uygun itirazını genel kurula götürmeyip ve bu amaçla genel kurulu makul sürede toplantıya çağırmayan yönetim kurulu üyeleri hakkında tazminat davası açılabilir” (Y. 11. HD., 20.03.1986, E: 1253, K: 1612)27.

– ” Kooperatif ortağı zarar görmüşse, yönetim kurulu üyelerine karşı kişisel olarak tazminat davası açabilir.” (Y. 11. HD., 27.02.1990, E: 9543, K: 1576)28.

Yöneticilerin işlem ve eylemi sonucu doğrudan zarar gören üyenin kooperatife dava açması da mümkündür. Bu durumda, kooperatifin, yöneticilerin kusuru oranında yöneticilere rücu etmesi söz konusu olur.

Gerçekten, Kooperatifler Kanunu`nda öngörülmese de, sözleşmeden doğan borç (akdi sorumluluk) ve hak arama özgürlüğü kapsamında, Kanun ve ana sözleşmenin uygulanmasından doğrudan zarar gören ortak, genel hükümlere (BK m. 96 vd., m. 41 vd., TMK m. 50/son, vs.) göre kooperatifi dava edebilmelidir.

Kaldı ki KK m. 98`in TTK anonim şirket hükümlerine yaptığı atıf dikkate alındığında da aynı sonuca ulaşılır. Yukarıda belirtildiği üzere; anonim şirketlerde, TTK m. 336 hükmüne göre, gerek kanunun, gerek ana sözleşmenin kendilerine yüklediği sair vazifelerin kasten veya ihmal neticesi olarak yapılmaması durumunda, yönetim kurulu üyelerinin münferit pay sahiplerine karşı müteselsilen sorumlu olmaları söz konusudur. Yönetim kurulunun faaliyetinden şahsi zarar gören ortak, genel kurula başvurmadan, yönetim kurulu üye/üyelerine zararın tazmini için doğrudan dava açabiliyorken, kooperatifi temsil eden yönetim kurulunun aldığı karar ile yapılan iş ve işlemlerden doğan şahsi zararının tazmini için de, kooperatif aleyhine dava açabilmelidir.

Ayrıca; temsile veya idareye salâhiyetli olanların vazifelerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirketin mesul olacağını belirten, KK m. 59/3, TTK m. 321/son hükümünün kıyasen uygulanması suretiyle de aynı sonuca varılır. Gerçekten; TTK m. 1`in, TMK`ya ve TMK m. 5`in de BK`ya yaptığı atıf dikkate alındığında, BK m. 98`deki haksız fiillerden mütevellit mesuliyete müteallik hükümlerin, kıyasen akde muhalif hareketlere de tatbik olunacağı hükmü gözetilerek de aynı sonuca ulaşılır.

– “Yönetim Kurulu üyelerinin eylemi sonucu zarar gören ortak bu zararının tazminini kooperatiften isteyebilir” (Y. 11. HD., 25.05.1992, E: 8318, K: 7059 Aynı doğrultuda Y. 11. HD., 12.09.1994, E: 2175, K: 6157)29.

– “Kooperatif ortağının, kooperatif aleyhine açtığı davada ileri sürdüğü kooperatif temellerinin ve döşemelerinin projeye aykırı olduğu, inşaat alanının 1. derece deprem kuşağında bulunduğu ve yıkılma tehlikesinin olduğu şeklindeki iddiaları haksız fiil olgusuna dayanmaktadır (BK m 41). Kooperatif ortaklarının kooperatifin haksız fiiline karşı dava açmaları, genel kurul kararı alınması şartına bağlı değildir” (YHGK, 07.10.1998, E: 11-616, K: 666)30.

– “Ortak kendisine noksan olarak teslim edilen konutun noksanlıklarının giderilmesini istemiştir. Bu talep yönetim kurulunca verilen bir kararın iptaline ilişkin bir dava olmayıp, kooperatif hükmi şahsiyetine karşı açılmış (tazminat) davası olduğundan KK. 16. maddesi ile ilişkisi bulunmamaktadır. Bir ortağın şahsi hakları ve tazminat talebi sebebiyle kooperatif aleyhine dava açılması için önceden genel kurula gitmeye gerek olmadığından, işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar vermek gerekir” (Y. 11. HD., 06.11.1986, E: 4580, K: 5782, aynı doğ; Y. 11. HD., 22.10.1992, E: 3155, K: 10144)31.

Yargıtay; ortağın, kurada kendisine isabet eden konutun küçük olması sonucu, diğer dairelerden daha az değerli olduğunu ileri sürerek, değer farkını talep ettiği davanın (Y. 11. HD. 14.12.1992 E: 5126, K: 11354), ortağa verilen konutun ayıplı olması nedeniyle açılan davanın (Y. 11. HD., 23.01.1990, E: 8843, K: 85), kooperatifçe yaptırılan meskenin bir kısmının imar planına aykırı olması nedeniyle yıkılması sonucu uğranılan zararın tazmini için açılan davanın (Y. 11. HD., 08.07.1996 T. E: 4406, K: 5106), diğer ortaklara yapılan teslimden daha geç bir zamanda kendisine teslim edilen dairenin geç teslimi nedeniyle açılan davanın (Y. 11. HD., 14.10.1996, E: 6460, K: 6773), kooperatif tüzel kişiliğine yöneltilebileceğini belirtmiştir32.

Sonuç olarak, doğrudan zarar gören üye, hem kooperatif, hem de kusurlu olması şartıyla kooperatif yöneticileri aleyhine dava açabilir.

– ” Yönetim kurulu başkanının mahkeme kararını uygulamaması nedeniyle oluşan zarardan, hem kooperatif, hem de kişisel olarak yönetim kurulu başkanı sorumludur” (Y. 11. HD., 16.06.1997, E: 4186, K: 4740)33.

Peki, arsa sahiplerinin genel kurul kararı olmaksızın üye yapılması sonucu, normal aidat ödeyen üyenin uğradığı zarar doğrudan mı, yoksa dolaylı zarar kapsamında mı kalır?

Yukarıdaki açıklamalar göstermektedir ki; normal aidat ödeyen üye, arsa sahiplerinin genel kurul kararı olmaksızın kooperatife üye yapılmaları nedeniyle uğradığı şahsi zararlarının tazmini için, hem kooperatife, hem de yöneticilere dava açabileceği gibi, şahsi olmayan zararlar bakımından, hükmolunacak tazminatın kooperatife verilmesi kaydıyla doğrudan kusurlu yöneticiler aleyhine de dava açabilir.

Yargıtay`ın, kooperatif üyesinin şahsi zararları bakımından, doğrudan, kusurlu yönetim kurulu üyelerine dava açmasının mümkün olduğunu belirten kararlarından bazıları şöyledir;

– “… davacılar vekili müvekkillerinin kooperatif ortağı sıfatıyla uğradıkları zararı, bu zarara kooperatif genel kurulu kararını uygulamamak suretiyle yönetim kurulu üyelerinin sebep ve sorumlu olduklarını ileri sürerek, onlardan şahsen tahsilini istemiş bulunmaktadır. ..Yöneticilerin şahsına karşı açılan bu davanın yürütülerek hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekir” (Y. 11. HD., 13.09.1983, E. 3623, K. 371)26.

– ” Ortağın usule uygun itirazını genel kurula götürmeyip ve bu amaçla genel kurulu makul sürede toplantıya çağırmayan yönetim kurulu üyeleri hakkında tazminat davası açılabilir” (Y. 11. HD., 20.03.1986, E: 1253, K: 1612)27.

– ” Kooperatif ortağı zarar görmüşse, yönetim kurulu üyelerine karşı kişisel olarak tazminat davası açabilir.” (Y. 11. HD., 27.02.1990, E: 9543, K: 1576)28.

Yöneticilerin işlem ve eylemi sonucu doğrudan zarar gören üyenin kooperatife dava açması da mümkündür. Bu durumda, kooperatifin, yöneticilerin kusuru oranında yöneticilere rücu etmesi söz konusu olur.

Gerçekten, Kooperatifler Kanunu`nda öngörülmese de, sözleşmeden doğan borç (akdi sorumluluk) ve hak arama özgürlüğü kapsamında, Kanun ve ana sözleşmenin uygulanmasından doğrudan zarar gören ortak, genel hükümlere (BK m. 96 vd., m. 41 vd., TMK m. 50/son, vs.) göre kooperatifi dava edebilmelidir.

Kaldı ki KK m. 98`in TTK anonim şirket hükümlerine yaptığı atıf dikkate alındığında da aynı sonuca ulaşılır. Yukarıda belirtildiği üzere; anonim şirketlerde, TTK m. 336 hükmüne göre, gerek kanunun, gerek ana sözleşmenin kendilerine yüklediği sair vazifelerin kasten veya ihmal neticesi olarak yapılmaması durumunda, yönetim kurulu üyelerinin münferit pay sahiplerine karşı müteselsilen sorumlu olmaları söz konusudur. Yönetim kurulunun faaliyetinden şahsi zarar gören ortak, genel kurula başvurmadan, yönetim kurulu üye/üyelerine zararın tazmini için doğrudan dava açabiliyorken, kooperatifi temsil eden yönetim kurulunun aldığı karar ile yapılan iş ve işlemlerden doğan şahsi zararının tazmini için de, kooperatif aleyhine dava açabilmelidir.

Ayrıca; temsile veya idareye salâhiyetli olanların vazifelerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirketin mesul olacağını belirten, KK m. 59/3, TTK m. 321/son hükümünün kıyasen uygulanması suretiyle de aynı sonuca varılır. Gerçekten; TTK m. 1`in, TMK`ya ve TMK m. 5`in de BK`ya yaptığı atıf dikkate alındığında, BK m. 98`deki haksız fiillerden mütevellit mesuliyete müteallik hükümlerin, kıyasen akde muhalif hareketlere de tatbik olunacağı hükmü gözetilerek de aynı sonuca ulaşılır.

– “Yönetim Kurulu üyelerinin eylemi sonucu zarar gören ortak bu zararının tazminini kooperatiften isteyebilir” (Y. 11. HD., 25.05.1992, E: 8318, K: 7059 Aynı doğrultuda Y. 11. HD., 12.09.1994, E: 2175, K: 6157)29.

– “Kooperatif ortağının, kooperatif aleyhine açtığı davada ileri sürdüğü kooperatif temellerinin ve döşemelerinin projeye aykırı olduğu, inşaat alanının 1. derece deprem kuşağında bulunduğu ve yıkılma tehlikesinin olduğu şeklindeki iddiaları haksız fiil olgusuna dayanmaktadır (BK m 41). Kooperatif ortaklarının kooperatifin haksız fiiline karşı dava açmaları, genel kurul kararı alınması şartına bağlı değildir” (YHGK, 07.10.1998, E: 11-616, K: 666)30.

– “Ortak kendisine noksan olarak teslim edilen konutun noksanlıklarının giderilmesini istemiştir. Bu talep yönetim kurulunca verilen bir kararın iptaline ilişkin bir dava olmayıp, kooperatif hükmi şahsiyetine karşı açılmış (tazminat) davası olduğundan KK. 16. maddesi ile ilişkisi bulunmamaktadır. Bir ortağın şahsi hakları ve tazminat talebi sebebiyle kooperatif aleyhine dava açılması için önceden genel kurula gitmeye gerek olmadığından, işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar vermek gerekir” (Y. 11. HD., 06.11.1986, E: 4580, K: 5782, aynı doğ; Y. 11. HD., 22.10.1992, E: 3155, K: 10144)31.

Yargıtay; ortağın, kurada kendisine isabet eden konutun küçük olması sonucu, diğer dairelerden daha az değerli olduğunu ileri sürerek, değer farkını talep ettiği davanın (Y. 11. HD. 14.12.1992 E: 5126, K: 11354), ortağa verilen konutun ayıplı olması nedeniyle açılan davanın (Y. 11. HD., 23.01.1990, E: 8843, K: 85), kooperatifçe yaptırılan meskenin bir kısmının imar planına aykırı olması nedeniyle yıkılması sonucu uğranılan zararın tazmini için açılan davanın (Y. 11. HD., 08.07.1996 T. E: 4406, K: 5106), diğer ortaklara yapılan teslimden daha geç bir zamanda kendisine teslim edilen dairenin geç teslimi nedeniyle açılan davanın (Y. 11. HD., 14.10.1996, E: 6460, K: 6773), kooperatif tüzel kişiliğine yöneltilebileceğini belirtmiştir32.

Sonuç olarak, doğrudan zarar gören üye, hem kooperatif, hem de kusurlu olması şartıyla kooperatif yöneticileri aleyhine dava açabilir.

– ” Yönetim kurulu başkanının mahkeme kararını uygulamaması nedeniyle oluşan zarardan, hem kooperatif, hem de kişisel olarak yönetim kurulu başkanı sorumludur” (Y. 11. HD., 16.06.1997, E: 4186, K: 4740)33.

Peki, arsa sahiplerinin genel kurul kararı olmaksızın üye yapılması sonucu, normal aidat ödeyen üyenin uğradığı zarar doğrudan mı, yoksa dolaylı zarar kapsamında mı kalır?

Yukarıdaki açıklamalar göstermektedir ki; normal aidat ödeyen üye, arsa sahiplerinin genel kurul kararı olmaksızın kooperatife üye yapılmaları nedeniyle uğradığı şahsi zararlarının tazmini için, hem kooperatife, hem de yöneticilere dava açabileceği gibi, şahsi olmayan zararlar bakımından, hükmolunacak tazminatın kooperatife verilmesi kaydıyla doğrudan kusurlu yöneticiler aleyhine de dava açabilir.Av
Av. Nezih Sütçü ‘nün makalesinden alıntıdır

Kooperatif ortakları hangi davaları açabilirler?

Bilindiği üzere, kooperatif ortakları Kooperatifler Kanunu`na göre iki türlü dava açma hakkına sahiptirler; Birincisi, KK m. 16`da öngörülen ortaklıktan çıkarma kararına karşı açılan “İTİRAZ DAVASI”, ikincisi de, KK m. 53`e göre genel kurul kararları aleyhine açılan “BOZMA DAVASI” dır. Bu iki dava dışında, ortaklar bakımından Kooperatifler Kanunu`nda hukuk davası öngörülmemiştir.

Yargıtay, konutların maliyetlerine veya kura çekimine ilişkin yönetim kurulu kararlarına karşı itirazların, genel kurula yapılmadan doğrudan dava açılamayacağını, KK 16 ve 53`üncü maddelerinin birlikte incelenip yorumlanması halinde; kooperatif ortaklığından ihraç kararı dışında yönetim kurulu kararları ve eylemleri aleyhine ortaklarca kooperatife doğrudan doğruya bir dava açılamayacağı gerekçesine dayanarak belirtmektedir (Y. 11. HD., 10.06.1987, E: 3240, K: 3514 age s. 311, aynı doğ: Y. 11. HD., 02.03.1984, E: 799, K: 1158 s. 292, aynı doğ: Y. 11. HD., 25.02.1993, E: 726, K: 1224 s. 293).

Gerçekten yönetim kurulunun her türlü iş ve eylemine karşı doğrudan dava açılmasının kabul edilmesinin bir takım sakıncaları vardır. Bu durumda kooperatifin işleyişi aksayacak, yönetim kurulunun hareket kabiliyeti azalacak, 3. kişilerin haklarının ne olacağı tartışması yaşanacak ve hukuki güvenlik bozulacaktır. Ancak, yokluk veya geçersizlikle malul yönetim kurulu kararları için doğrudan dava açılması kabul edilebilir24.

-”Kura çekiminin batıl olduğu iddiası varsa, yönetim kurulu kararı dahi olsa batıllığın tespiti davası açılabilir” (Y. 11. HD., 25.02.1993, E: 7269, K: 1224)25.

Kooperatiflerde arsa sahibi şerefiye öder mi?

– “Ortak arsa vermiş ve ortak olmuş bulunmasına göre, dava tarihindeki arsa değeri göz önüne alınarak değerlendirme yapılması gerekir” (Y. 11. HD., 21.05.1996, E. 1340, K. 3695)18.

-”Kooperatife arsa verilerek üye olunmuş, karşılığında herhangi bir ücret (aidat) alınmadan konutların yapılacağı kararlaştırılmıştır. KK` da 3476 Sayılı Kanunla yapılan değişiklikle arsa alma yetkisi genel kurula bırakılmış ise de 3476 Sayılı Kanunda yapılan değişiklikten önce, kooperatif adına yönetim kurulu tarafından yapılan sözleşmeler geçerli olduğundan ona göre hüküm verilmelidir” (Y. 11. HD., 12.08.1997, E. 7886, K. 5764)19.

– “Kooperatif genel kurulu, kooperatif konutları için alınan arsa sahiplerinden aidat toplanmayacağına ilişkin karar almış olmasına göre, konut yapımında zorunlu olan elektrik trafosu, istinat duvarı ve kanalizasyon için yapılan giderler, arsa vererek ortak olan arsa sahiplerinden istenemez” (Y. 11. HD., 25.11.1998, E. 4003, K. 8233)20.

– ” Davacının arsasını kooperatife vermek suretiyle ortak olduğu ve kendisine A-11 Blokta 5 konut verildiği, Dairemizin 26.9.1994 gün 1601/6766 sayılı kararı ile onanan ve karar düzeltme talebi reddedilen Zonguldak 1. Asliye Hukuk Mahkemesi`nin 10.11.1993 gün 261/696 sayılı kararına göre, davacıdan şerefiye dışında hiçbir nam altında para alınamayacağının karara bağlandığı anlaşılmıştır” (Y. 11. HD., 21.05.1999, E. 3802, K. 4253)21.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 04.03.1986 T. 901/1344 sayılı kararında arsa sahibi olan kooperatif ortaklarının müşterek giderlere katılmak zorunda olduklarını belirtmiştir22. Ancak bu kararın somut içeriği, karar metninde yazılmamıştır.

Yine Yargıtay, arsa sahibine kurasız konut seçme hakkının tanınması durumunda bile bu kişinin de şerefiye karşılığını ödemesi gerektiğini belirtmiştir (Y. 11. HD., 22.09.1994, E: 2652, K: 6663)23.

Yönetim kuraya katılmak zorunda mıdır?(yapı kooperatifi)

Yapı kurma işlerinin tamamlanmasında olağanüstü katkıları olan emanet komisyonu üyeleri ile kooperatif yönetim kurulu üyelerinin bu katkıları karşılığında kura dışı kalmalarının yasa ve ana sözleşmeye aykırı olmadığı gibi hak ve nefasete uygun olduğuna (Y. 11. HD., 03.03.1981, E. 287, K. 910),

Önceden genel kurulca karar vermek koşuluyla,konutların inşaatı için yatırılan aidatları tam ve zamanında yatıranlara önceden kura çektirmenin yasaya aykırı olmadığına (Y. 11. HD., 25.12.1989 E. 10087 K. 7467),

Genel kurul kararı var ise yeni ortaktan eski ortaklara göre farklı ve fazla bir bedel alınabileceğine (Y. 11. HD., 09.03.1992 E. 5649, K. 3330),

Kooperatif genel kurulunun ödemelerini düzenli yapan ortaklarla yapmayanlar arasında bir ayrım yapabileceğine, bu yönün kamu düzeniyle ilgili olmadığına (Y. 11. HD., 06.11.1995 E. 5828, K. 8326), hükmetmiştir12.

– “Dava, davacı tarafından davalı kooperatiften satın alınan daire bedelinin sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca tazmini istemine ilişkindir. Böyle bir davanın çözümlenebilmesi için, öncelikle davacı ile davalı kooperatif arasında söz konusu daireye ilişkin olarak ortaklık ilişkisi kurulup, kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Eğer, davacı ortak ise uyuşmazlığın çözümünde 1163 Sayılı Yasa ve davalı kooperatif anasözleşme hükümleri, eğer taraflar arasında ortaklık ilişkisi kurulmamışsa satım akdine ilişkin hükümlerin uygulanacağı tartışmasızdır. Bu durumda mahkemece öncelikle davacının davalı kooperatif ortağı olup, olmadığı dava dışı kooperatif defter ve kayıtları üzerinde gerektiğinde bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle bir ön sorun olarak belirlendikten sonra, davacı isteminin değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, bu yönde hiçbir inceleme yapılmaksızın, ilişkinin satım akdi olarak nitelendirilmesi suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuş ve kararın açıklanan nedenle davalı kooperatif yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir” (Y. 11. HD, 14.12.2004, E: 11157, K: 12374 – Kazancı Hukuk Sitesi).

– “Dava, davacı tarafından davalı kooperatiften satın alınan daire bedelinin sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca tazmini istemine ilişkindir. Böyle bir davanın çözümlenebilmesi için, öncelikle davacı ile davalı kooperatif arasında söz konusu daireye ilişkin olarak ortaklık ilişkisi kurulup, kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Eğer, davacı ortak ise uyuşmazlığın çözümünde 1163 Sayılı Yasa ve davalı kooperatif anasözleşme hükümleri, eğer taraflar arasında ortaklık ilişkisi kurulmamışsa satım akdine ilişkin hükümlerin uygulanacağı tartışmasızdır. Bu durumda mahkemece öncelikle davacının davalı kooperatif ortağı olup, olmadığı dava dışı kooperatif defter ve kayıtları üzerinde gerektiğinde bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle bir ön sorun olarak belirlendikten sonra, davacı isteminin değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, bu yönde hiçbir inceleme yapılmaksızın, ilişkinin satım akdi olarak nitelendirilmesi suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuş ve kararın açıklanan nedenle davalı kooperatif yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir” (Y. 11. HD, 14.12.2004, E: 11157, K: 12374 – Kazancı Hukuk Sitesi).

Kooperatiflerde sermaye payı nedir ? Neyi ifade eder?

“Sermayenin fonksiyonunu görmemesi sonucu amaç, ortaklık payı dışındaki ödemelerle elde edilmeye çalışılmaktadır. Bunu doğal karşılamak gerekir. Çünkü, konut yapı kooperatifleri mesken sahibi olmak için yeterli birikimi olmayan ve bu sebeple kooperatif çatısı altında birikmiş kişilere hitap etmektedir. Kazanç paylaşma saiki de işin doğası gereğince bulunmayınca, işleme sermayesi anlamında kullanılacak bir birikim de enflasyon karşısında erimeye mahküm bulunmaktadır. Bu ekonomik gerekler sermayenin yerini, ortaklık payı dışındaki ödemelerin almasına yol açmıştır”9.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, konut yapı kooperatiflerinde kooperatif ortağının inşaatın ikmali için yapacağı giderler, ortaklık payına tekabül eden azami tutarın çok üzerinde olmaktadır. Bugün için en yüksek ortaklık (sermaye) payı olan 5000-YTL ödemek suretiyle konut sahibi olunması mümkün değildir. Bu nedenle peşin para vererek, sabit fiyatla üye olan kişinin konumu, ortaklık payı (sermaye) ile sınırlı olarak dikkate alınamaz.

Esasen konut yapı kooperatiflerine konulan sermaye veya ortaklık payının yüksek tutulmasında ortakların da çok menfaati yoktur. Şöyle ki; taahhüt edilen ortaklık payı kooperatife ödenmekte, ancak bu pay inşaatların yapımında harcanmak üzere kullanılmamaktadır. Diğer ticari ortaklıklardan farklı olarak özellikle yapı kooperatiflerinde, sermayenin amacı gelir elde etmek değildir. Yapı kooperatifinde sermaye, sadece kanundan doğan bir zorunluluğu karşılamak amacıyla sembolik olarak dikkate alınmaktadır.

Ancak çok ilginçtir ki Kooperatifler Kanunu`nda, sermaye ön plana alınmış ve birçok maddede düzenlenmiştir. (KK m. 1, m. 2/3, m. 3/4, m. 3/6, m. 4/4, m. 4/5, m. 17/3, m. 19, m. 20, m. 21, m. 22, m. 27, m. 38, m. 93/2). Oysa, uygulamada sayıca büyük miktarda olan yapı kooperatifinde, sermayeden çok daha önemli olan şey; kooperatifin amacına ulaşmasında kullanılan, uygulamada kooperatif aidatı denilen ve dayanağını Kooperatifler Kanunu m. 21`deki ” sair ödemeler” ibaresinden alan ödentilerdir. Ancak bu konuda kanunda iki kelimelik (sair ödemeler) bir düzenleme dışında başka bir hüküm bulunmamaktadır. “Sair ödemeler” le ilgili alınan kararlar; KK. m. 51/1`de yer alan “Kanun veya ana sözleşmede aykırı hüküm bulunmadıkça genel kurul kararlarında ve seçimlerde oyların yarıdan bir fazlasına itibar olunur.” hükmüne tabidir.

Bu arada önemle belirtmek gerekir ki; KK. m. 31`de düzenlenmiş “ek ödeme yüklemi” uygulamadaki “kooperatif aidatı” na karşılık gelen bir ödenti değildir. Ek ödemenin söz konusu olması için, KK. m. 31 uyarınca ana sözleşmede, ortakları ek ödemelerle yükümlendiren hüküm bulunması, ek ödemelerin yalnız bilanço açıklarını kapatmada kullanılması, KK. m. 52/1 uyarınca da, ek ödeme yükümleri ihdası hakkında alınacak kararlar için bütün ortakların 3/4`ünün rızası gereklidir. Görüldüğü üzere, kooperatiflerdeki aidat ödentilerinin KK. m. 31`deki “ek ödeme” kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir10.
Av.Nezih SÜTÇÜ nün makalesinden alıntıdır

Kooperatiflerde sermaye artırımı yapmaya gerek var mıdır?

“Yapı kooperatiflerinde, her pay bir daire veya işyerinin karşılığıdır. Ana sözleşmede aksine bir hüküm yoksa, ortaklar birden fazla pay alabilirler. Buna karşılık her paya isabet eden taksit ve ara ödemelerin de ayrı ayrı yerine getirilmesi zorunludur. Yapı kooperatiflerinin amaçlarına ulaşmasında ortaklık payının fazla bir önemi yoktur. Çünkü bu kooperatifler, konut ve işyerini tamamlamak için giderlerine karşılık taksit ve ara ödeme talep etmektedirler. Ortaklık payı daha ziyade Tüketim Kooperatifi, Üretim ve Pazarlama Kooperatifi gibi kooperatifler için önem arz etmektedir”3.

“Ortak birden fazla pay sahibi olsa bile, genel kurul toplantısında yalnız bir oy hakkına maliktir. (KK. m. 48)”4.

“KK. 19. maddede yer alan “ortaklık payı” ile ifade edilmek istenen “sermaye payı” dır. Kooperatifdeki ortaklık paylarının tamamı, kooperatifin sermayesini oluşturur. Kooperatiflerde ticaret şirketlerinden farklı olarak “kâr”ın yerini “ekonomik menfaat”, “sermaye”nin yerini de “karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet” aldığından, sermaye unsuruna önem verilmemiş, ticaret şirketlerine göre kooperatiflerde sermaye çok düşük tutulmuştur”5.

“Kooperatif ortaklığı” ile “kooperatif payı” ayrı kavramlardır. Kooperatif ortaklığı, yani “üyelik”, bir üyenin kooperatifte sahip olduğu ortaklık mevkiinin adıdır. Kooperatif ortaklığı, ortağın hak ve borçlarının tümünden oluşur. Borçlar içine de, pay bedelleri, ek yükümlülükler, arsa ve inşaat giderleri girer”6.

“Uygulamada başta yapı ve diğer bazı kooperatif türlerinde sermaye unsuru ticaret şirketlerinin aksine sembolik bir fonksiyon görür hale gelmiştir. Sermayenin önemsiz olmasının nedeni yapı kooperatifleri konut ve işyerini tamamlamak için ortaklardan aldıkları payların çok çok üzerinde taksit ve ara ödemeler talep etmektedirler. Bunlar kanundaki düzenlemesiyle Kooperatifler K. m. 27`de düzenlenen “sair ödemeler” ve Kooperatifler K. m. 31`de düzenlenen “ek ödeme” yüklemidir. Yani bunlar ortaklık payı dışındaki ödemelerdir. Nitekim örnek anasözleşmenin 23`üncü maddesinde “taksit” kavramı da yer almış bulunmaktadır. Bu ortaklık payı dışındaki ödemeler uygulamada toplanış amacı paralelinde: giriş aidatı, arsa ve inşaa fonu, alt yapı taksidi gibi adlandırılmaktadırlar”7.

“Sermaye, kooperatiflerde, kâr temin edilip paylaşılmasını sağlayan bir vasıta değildir. Sermaye, kooperatiflerde, müşterek gayeye ulaşmada kullanılan asli vasıtalar olan karşılıklı yardım, dayanışma ve kefaletin yanı sıra ikincil önem taşıyan bir araçtır. Sermayenin kooperatiflerdeki fonksiyonu, onu ticaret şirketlerinden farklılaştırır. Kooperatifler, kişileri birleştirirler, sermayeleri değil. Sermaye, kooperatiflerde yönetmez, ancak hizmet eder. Kooperatif ortakları, pay senedi sahibi olarak değil, şahsi özellikleri sebebiyle kooperatife bağlıdırlar. Sermaye kooperatiflerde değişir özelliktedir. Bu durum, kooperatifin serbest girişe müsait açık bir kuruluş (gönüllü ve serbest giriş-açık kapı ilkesi) olma özelliğinin doğal ve kaçınılmaz bir neticesi olduğu kadar, sermaye miktarı sınırlandırılarak, kooperatif kurulamaz hükmünün de bir gereğidir (KK. 2. mad./3. fık.). KK. 1. mad.`de, değişir ortaklı denilerek, hem ortak sayısının hem de payın sahibi olan ortağın değişebileceği kuralı getirilmiştir. Birinci durumda ortak sayısında, bir değişme, yani azalma ya da çoğalma ve bunun neticesinde, kooperatifin sermayesinde bir değişiklik olurken, ikinci durumda sermaye değişmemekte, yalnızca pay devredilerek ortağın şahsı değişmektedir. Fakat yapı kooperatiflerinde genel kurulun ortak sayısını tespit etmesi kanuni bir zorunluluk olduğundan (KK. 8. mad./3. fık.), saptanan sayının üzerinde ortak alınamaz. Kooperatiflerin, her durumda ortak sayısı yedi kişiden az olamaz. Kooperatiflerin ortak sayısının değişmesiyle birlikte, ortakların taahhüt ettikleri ve ödedikleri sermaye miktarları da değişmektedir (KK. m. 17). Ticaret şirketlerinde olduğu gibi, özel usulle sermayenin arttırılıp, eksiltilmesine gerek yoktur. Oysa ticaret şirketlerinde, kural sermayenin değişir nitelikte olmamasıdır. Kooperatiflerdeki sermaye kollektif niteliktedir. Sermayenin bu özelliği sonuç olarak, kooperatiflerin sosyal faydayı ön planda tutan felsefelerinin bir sonucudur”.8

Yöneticinin kat malikleri kurulunca ibra edilmiş olması onu, yöneticilik yaptığı dönemde usulsüz yaptığı harcamalar ve zimmetine geçirdiği paralar nedeniyle kat maliklerine verdiği zararlardan dolayı sorumluluktan kurtarmaz. Temyize konu davada hukuki sonuç doğurmayan yöneticinin ibrasına ilişkin genel kurul kararının iptaline karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Yöneticinin kat malikleri kurulunca ibra edilmiş olması onu, yöneticilik yaptığı dönemde usulsüz yaptığı harcamalar ve zimmetine geçirdiği paralar nedeniyle kat maliklerine verdiği zararlardan dolayı sorumluluktan kurtarmaz. Temyize konu davada hukuki sonuç doğurmayan yöneticinin ibrasına ilişkin genel kurul kararının iptaline karar verilmesi doğru görülmemiştir.
(Karar Tarihi : 04.11.2010)
“Temyiz istemlerinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde, 26.02.2009 günü yapılan olağan kat malikleri kurulu toplantısında davalı yönetici genel kurula tam olarak hesap veremediği ve denetim raporu gerçekleri yansıtmadığı halde usulsüz olarak yöneticinin ibrasına karar verildiğini belirterek genel kurul kararının iptalini istemiş; mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu apartmanın banka hesaplarında görülmeyen 859,77 TL’nin yönetim tarafından ne şekilde harcandığı belgelendirilemediğinden yönetimin ibra edilmesi hukuken mümkün olmadığından davanın bu yönden kabulüne ve ibraya ilişkin kararın iptaline karar verilmiştir.

Kat Mülkiyeti Yasasının 38. maddesine göre yönetici kat maliklerine karşı aynen bir vekil gibi sorumlu olup, aynı yasanın 39. maddesine göre de kat maliklerine hesap vermekle yükümlüdür. Yöneticinin kat malikleri kurulunca ibra edilmiş olması onu, yöneticilik yaptığı dönemde usulsüz yaptığı harcamalar ve zimmetine geçirdiği paralar nedeniyle kat maliklerine verdiği zararlardan dolayı sorumluluktan kurtarmaz. Buna göre mahkemece yöneticinin sorumluluğunu gerektiren bir hususun ortaya çıkması halinde kat malikleri ya da yeni yönetim tarafından açılabilecek bir davada inceleme konusu yapılacak bir konuda bilirkişi raporu alınıp yönetimin zimmetinde para bulundurduğu gerekçesi ile yukarıdaki açıklamalar da gözardı edilerek hukuki bir sonuç doğurmayan yöneticinin ibrasına ilişkin kararın iptaline karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

KARAR : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harçlarının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 04.11.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi. ”
İlgili Mevzuat Hükmü : Kat Mülkiyeti Kanunu MADDE 38 :Yönetici, kat maliklerine karşı aynen bir vekil gibi sorumludur.

(Ek fıkra: 14/11/2007-5711 S.K./19.mad.) Kat malikleri kurulu, ada temsilciler kurulu veya toplu yapı temsilciler kurulu kararlarının iptaline ilişkin davalar, kat maliklerini temsilen yöneticiye, toplu yapılarda ise ada temsilciler kurulu veya toplu yapı temsilciler kurulunca seçilen yöneticiye husumet yöneltilmesi suretiyle açılabilir. Yönetici, açılan davayı bütün kat maliklerine ve ada veya toplu yapı temsilciler kuruluna duyurur. Kurul kararının iptali halinde bu konudaki yargılama giderleri ortak giderlerden karşılanır.

Şirket bünyesinde faaliyet gösteren toptan satış işletmesinin kısmi bölünme yoluyla mevcut yada yeni kurulacak şirkete ayni sermaye olarak konulması hk.

Başlık Şirket bünyesinde faaliyet gösteren toptan satış işletmesinin kısmi bölünme yoluyla mevcut yada yeni kurulacak şirkete ayni sermaye olarak konulması hk.
Tarih 18/09/2013
Sayı 62030549-125[19-2012/357]-1516
Kapsam

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

(Mükellef Hizmetleri Gelir Vergileri Grup Müdürlüğü)

Sayı

:

62030549-125[19-2012/357]-1516

18/09/2013

Konu

:

Şirket bünyesinde faaliyet gösteren toptan satış işletmesinin kısmi bölünme yoluyla mevcut yada yeni kurulacak şirkete ayni sermaye olarak konulması

İlgide kayıtlı özelge talep formunuzun incelenmesinden, … Vergi Dairesi Müdürlüğünün … vergi kimlik numaralı mükellefi olduğunuz, her türlü hazır giyim, kuşam, aksesuar gibi tekstil ürünlerinin ithali, satışı, toptan satışı ve dağıtımı ile iştigal eden şirketinizin toptan satış ve perakende satış işletmesi olarak iki dağıtım kanalının bulunduğu, perakende işletmelerinizin ürünleri doğrudan tüketiciye sattığı, toptan satış işletmenizin ise ürünleri yetki tanınmış satıcılar ile çok katlı büyük perakende satış mağazaları gibi iş ortaklarına satan peşin siparişe dayalı bölüm olduğu ve daha az stok riski taşıdığı ancak iş ortaklarına ilişkin kredi riski taşıdığından etkin kredi kontrol operasyonuna sahip olduğu belirterek şirket açısından daha efektif bir yönetim anlayışı getireceği düşüncesiyle iki bölümün kontrolünün ve raporlanmasının tamamen ayrı sağlanması için gerçekleştirilmesi planlanan yeniden yapılandırma işlemleri çerçevesinde şirket bünyesinde faaliyet gösteren toptan satış işletmesinin kısmi bölünme yoluyla yeni kurulacak veya mevcut bir şirkete ayni sermaye olarak konulmasının Kurumlar Vergisi Kanunu açısından mümkün olup olmadığı hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 19 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendinde,

“Kısmî bölünme: Tam mükellef bir sermaye şirketinin veya sermaye şirketi niteliğindeki bir yabancı kurumun Türkiye’deki iş yeri veya daimî temsilcisinin bilânçosunda yer alan taşınmazlar ile en az iki tam yıl süreyle elde tutulan iştirak hisseleri ya da sahip oldukları üretim veya hizmet işletmelerinin bir veya birkaçını kayıtlı değerleri üzerinden aynî sermaye olarak mevcut veya yeni kurulacak tam mükellef bir sermaye şirketine devretmesi, bu Kanunun uygulanmasında kısmî bölünme hükmündedir. Ancak, üretim veya hizmet işletmelerinin devrinde, işletme bütünlüğü korunacak şekilde faaliyetin devamı için gerekli aktif ve pasif kalemlerin tümünün devredilmesi zorunludur. Kısmî bölünmede devredilen varlıklara karşılık edinilen devralan şirket hisseleri, devreden şirkette kalabileceği gibi doğrudan bu şirketin ortaklarına da verilebilir. Taşınmaz ve iştirak hisselerinin bu bent kapsamında devrinde, devralan şirketin hisselerinin devreden şirketin ortaklarına verilmesi halinde, devredilen taşınmaz ve iştirak hisselerine ilişkin borçların da devri zorunludur.”

hükmü yer almaktadır.

Söz konusu maddenin uygulamasında, taşınmazlar, en az iki tam yıl süreyle elde tutulan iştirak hisseleri ile üretim veya hizmet işletmelerinin kısmi bölünmeye konu edilecek varlıklar olarak sayıldığı görülmektedir.

Diğer taraftan 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin 19.2.2.1. bölümünde “Üretim veya hizmet işletmelerinin devrinde, işletme bütünlüğü korunacak şekilde faaliyetin devamı için gerekli aktif ve pasif kalemlerin tümünün devredilmesi zorunludur.” denilmekte olup aynı tebliğin “”19.2.2.1.3.” bölümünde ise “Üretim ve hizmet işletmelerinin belli bir kısmının sermaye şirketlerine ayni sermaye olarak konulması mümkün olmayıp işletme bütünlüğünün korunması gerekmektedir.” açıklamalarına yer vermiştir.

Dolayısıyla, anılan düzenlemelerin temel amacı şirketlerin yeniden yapılanma yoluyla verimlilik ve karlılıklarını artırmalarına imkan sağlamak olduğundan kısmi bölünmenin bir üretim tesisinin veya hizmet işletmesinin parça parça elden çıkarılması sonucunu doğurmaması ve işletme bütünlüğünün korunması gerekmektedir.

Bu hüküm ve açıklamalara göre, her türlü hazır giyim, kuşam, aksesuar gibi tekstil ürünlerinin alım-satım faaliyetinde bulunan şirketinizin toptan ve perakende satış işletmelerinin birbirinden ayrı ve bağımsız iki ayrı işletme olarak değerlendirilmesi mümkün olmadığından, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 19 uncu maddesi kapsamında şirketiniz faaliyetlerinden bir kısmını oluşturan toptan satış işletmenizin yeni kurulacak veya mevcut bir şirkete ayni sermaye olarak devredilmesi mümkün değildir.

Kemal Özmen’in kooperatifler isimli kitabının 1. Ve 2. Baskıları tükenmiş olup 2014 yılı güncellenmiş 3.baskı Mart ayında Seçkin yayınevinden çıkacaktır. ilginiz için Teşekkür ederiz

Kemal Özmen’in kooperatifler isimli kitabının 1. Ve 2. Baskıları tükenmiş olup 2014 yılı güncellenmiş 3.baskı Mart ayında Seçkin yayınevinden çıkacaktır. ilginiz için Teşekkür ederiz